Quantcast
Channel: Yeni Safak - Aktüel
Viewing all 33047 articles
Browse latest View live

Türkçülük düşüncesinin kalemi: Ziya GökalpTürkçülük düşüncesinin kalemi: Ziya Gökalp

$
0
0

Özellikle milliyetçilik ve Türkçülük üzerine kaleme aldığı eserleriyle tanınan şair, yazar, düşünce adamı ve bürokrat Ziya Gökalp, vefatının 95. yılında yad ediliyor.

Tam adı Mehmet Ziya olan usta edebiyatçı, Vilayet Evrak Müdürlüğünde uzun yıllar hizmet veren Mehmet Tevfik Efendi ile bölgenin tanınmış ailelerinden Pirinçcizadeler'in kızı Zeliha Hanımın oğlu olarak 23 Mart 1876'da Diyarbakır'da dünyaya geldi.

5 Yıl önce teröristlerin yaktığı Ziya Gökalp Müzesi küllerinden doğdu

Rüştiye-i Askeriyye'ye (Askeri Ortaokul) 1886'da başlayan Gökalp, son sınıftayken babasını kaybetti. Gökalp, 1890'da amcası Müderris Hacı Hasip Bey'den geleneksel İslam ilimleriyle ilgili ders almaya başladı. Aynı yıl lise eğitimine başlamak üzere İstanbul'a gittiyse de geri dönerek, ikinci sınıfa 1891'de Diyarbakır'da devam etti.

İstanbul'a yeniden 1896'da dönen Gökalp, yatılı okul olan Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi'ne kaydoldu. Amcasından Arapça ve Farsça, okul müdüründen Fransızca dersleri aldı.

Müze yangınını halk söndürmüş

Usta kalem, dördüncü sınıfa geçtiği yaz tatilinde Diyarbakır'da gizli toplantılara katılmak, izinsiz cemiyet kurmak ve zararlı yayınları okumak suçlamasıyla 1898'de tutuklandı. Bir müddet sonra serbest kalarak İstanbul'a dönen Gökalp, okula alınmadığı için baytarlık eğitimi tamamlayamadı.

Geleneksel ilimlerde kendisinden faydalandığı amcası Hacı Hasib Efendi'nin kızı Vecihe Hanım ile 1900'de evlenen yazar, kısa süre memuriyetlerde bulundu, askeri okulda Fransızca öğretmenliği yaptı.

"Sanat toplum içindir" düşüncesini savundu

Gökalp, dönemin yoğun siyasi ortamının da etkisiyle İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu ve muhalif hareketlerin içinde yer aldığından 1900 yılında 9 ay tutuklu kaldı.

İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte, doğduğu şehir olan Diyarbakır'da İttihat ve Terakki Cemiyeti şubesini kuran Gökalp, 1911'de Selanik İttihat ve Terakki Mekteb-i Sultanisi'nde Türkiye'nin ilk sosyoloji derslerini verdi.

Başarılı edebiyatçı Balkan Savaşları başlayınca İstanbul'a dönmek zorunda kaldı, 1912'de yenilenen Meclis-i Mebusan seçimlerinde Ergani milletvekili olan Gökalp, aynı yıl meclis feshedilince Darülfünun'da (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji profesörü olarak ders vermeye başladı.

Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem'in çıkardığı "Genç Kalemler" dergisine şiir ve makaleleriyle katkıda bulundu, birçok dergi ve gazete için düşünce yazıları kaleme aldı.

Dönemin edebi akımlarının, dili ağır ve anlaşılmaz bir hale getirdiğini düşünen Gökalp, dilde sadeleşme ve şiirde hece ölçüsünü savunan "Yeni Lisan" hareketi içinde yer aldı.

Gökalp, şiirin ve edebiyatın toplumun anlayabileceği bir düzeyde tutulmasını savunarak, "sanat toplum içindir" düşüncesinden hareketle eserlerini kaleme aldı.

Sanatın elit bir topluluğun malı olmasındansa halka mal edilmesi gerekliliğini savunan Gökalp, yazdığı eserleri yalın, şiirlerini ise "milli ölçü" olduğunu söylediği hece ölçüsüyle yazdı.

Ordinaryüs Profesör Mehmet Fuad Köprülü, yakınlarının, mahcup, sessiz, mütevazı, durgun, suskun ve sıkılgan olarak tanımladığı Gökalp'e ilişkin bir açıklamasında, onun kuvvetli bir hafızaya, Doğu ve Batı hakkında geniş ve sağlam bilgilere sahip olduğunu söylemişti.

"1911'de Gök Alp imzasını kullanmaya başladı"

İlk yazılarında Ziya, Ziyaeddin, Mehmed Ziya, Hüseyin Vedad, Tevfik Sedad, Mehmed Mehdi, Mehmed Nail, Demirtaş, Celal Sakıb takma adlarını kullanan yazar, 1911'de okuyucuyla buluşan "Genç Kalemler" dergisindeki "Altın Destan" manzumesinde ve sonraki hemen hemen tüm eserlerinde "Gök Alp", Ziya Gökalp imzasını tercih etti.

Ziya Gökalp, toplumsal anlamda bir inkılap gerçekleştirmek için toplumun duygusal ve ruhsal anlamda buna hazırlanması gerekliliğine inanıyor, yazı ve şiirlerini bir propaganda aracı olarak kullanıyordu. Toplumu duygusal olarak hazırlayabileceği ortamın sanat olduğunu düşünerek ideolojisini eserlerinin içine yerleştiren Gökalp, dilin ve edebiyatın tüm imkanlarını seferber ederek Türkçü ve Turancı motiflere yer verdi.

Usta edebiyatçının 1914'te yayınladığı şiir kitabının ismi Kızıl Elma, kitabın ilk şiiri ise Türklerin tek bir devlet içerisinde yaşama arzusunu vurgulayan "Turan"dı.

"Vatan ne Türkiyedir Türklere/ Ne Türkistan Vatan/ Büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan" dizelerinin sahibi Gökalp, toplumcu bir düşünce adamı olmasının yanında milliyetçilik düşüncesini Turancı ideolojiyle destekleyerek bunları eserlerinin içerisine yerleştirmesiyle dikkati çekti. Bu şekilde sanatsal bir hazdan ziyade faydacı bir yaklaşım benimseyerek eserleri aracılığıyla toplumdaki milli duyguları canlandırmayı amaçladı.

Gökalp, gerçekleştirilmek istenen inkılabın sosyal düzlemdeki temelini hazırlamak amacıyla kaleme aldığı "Yeni Hayat" eseri 1918'de, şiir ve düz yazı şeklinde kaleme aldığı, Keloğlan, Küçük Şehzade ve Ala Geyik adlı halk hikayelerine yer verdiği "Altın Işık" eseri ise 1922'de okuyucuyla buluştu.

Yazar, I. Dünya Savaşı sonrası 1919'da işgal güçleri tarafından tutuklanarak sürüldüğü Malta adasından 1921'de Türkiye'ye döndü ve Diyarbakır'da "Küçük Mecmua" dergisini çıkardı. "Yeni Mecmua" dergisini yeniden yayımlayarak burada da yazmaya devam eden edebiyatçı, 1923'te Diyarbakır mebusu olarak meclise girdi.

Eserlerinde "millilik" vurgusu yapan Gökalp, 1924'te "Türkçülüğün Esasları" kitabıyla birlikte "Türkçülüğün fikir babası" olarak anılmaya başladı.

Kendisinin ırkıyla ilgili tartışmaların yaşandığı bir dönemde yaptığı açıklamada, Türk ırkına sahip olduğundan emin olduğunu ancak aslında bunun önemsiz olduğunu dile getiren Gökalp, "Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır." değerlendirmesini yapmıştı.

Gökalp, hastalığı dolayısıyla kaldırıldığı İstanbul Fransız Hastanesi'nde 25 Ekim 1924'te hayata veda ederek, Sultan Mahmud Türbesi haziresine defnedildi.

Eserleri halen birçok isme ilham veriyor

Alper Çağlar ile Doruk Acar'ın yapımcılığını üstlendiği, 15 Temmuz'a giden süreçte Polis Özel Harekatın hikayesini anlatan mini televizyon dizisi "Börü"de, Gökalp'in, "Düşman yine öz yurduna el attı/Mezarından Ata'n kılıç uzattı/Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı/Attila'nın oğlusun sen unutma" dizelerinin olduğu, "Türk Oğullarına" şiirine yer verildi.

Yapımcılığını Bozdağ Film'in üstlendiği Mehmetçik Kut'ül Amare'de de yine Gökalp'in Cenk meydanında nice koç yiğit/Din ve yurt için oldular şehit/Ocağı tütsün, sönmesin ümit/Şehidi mahzun etme Yarabbi!/Soyunu zebun etme Yarabbi!" şeklindeki dizelerin yer aldığı "Asker Duası" eseri kullanıldı.

Şiir: "Şaki İbrâhim Destanı" (1908), "Kızıl Elma" (1914), "Yeni Hayat" (1918), "Altın Işık" (1923)

Deneme-Düşünce: "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" (1918), "Türkçülüğün Esasları" (1923) "Doğru Yol" (1923)


Dünyanın en yaşlı yüz nakli hastası: 45 kişilik bir ekiple 16 saatte istediği görünüme kavuştuDünyanın en yaşlı yüz nakli hastası: 45 kişilik bir ekiple 16 saatte istediği görünüme kavuştu

$
0
0

Kaliforniya’da yaşayan 68 yaşındaki Robert Chelsea, 2013 yılında geçirdiği bir trafik kazası sonucu vücudunun ve yüzünün büyük bir kısmı yandı.

Dudaklarını, sol kulağını ve burnunun birçoğunu kaybeden Chelsea’nın yüzünün şekli değişti.

Siyahi olduğu için donör bulmakta zorlanan adam en sonunda istediği görünüme kavuştu.

16 saatlik bir operasyonda 45 kişilik bir sağlık ekibinin uğraşlarıyla Chelsea, yeni yüzüne kavuştu. Chelsea, “Tanrı bu değerli hediyeyi bağışlamayı seçen ve bana ikinci bir şans veren kişiyle birlikte ailesini korusun” dedi.

Kaza sonrası California Üniversitesi Irving Tıp Merkezi'nde 18 ameliyat geçiren Chelsea, ilk dört ay boyunca, bilinçsizce yaşadı. Chelsea'nin ellerini örtmek için kadavranın derisi kullanıldı.

Chelsea'nin kazadan önceki görünümü.

İnsanlar yüzüne baktığında 'korkutucu' olduğunu anladığını söyleyerek son derece sabırlı kalan Chelsea, iki buçuk yılını hastanede geçirdi.

  • Dr Bondah Pomahac ve Robert Chelsea
  • Chelsea'nin yüz naklini gerçekleştiren Brigham ve Kadın Hastanesi plastik cerrahı Dr Bondah Pomahac, “68 yaşında en yaşlı yüz nakli hastası olmasına rağmen, Robert hızla ilerliyor ve iyileşiyor. Robert'ın yaşam kalitesinde önemli bir gelişme görmeyi dört gözle bekliyoruz” dedi.

Restoranlarda risk daha yüksek: Mutfağınızdan tahta ürünleri çıkarın

Oğlu için kanseri yendi

Bakanlığın kararı alkışlanmalı: Mide küçültme ameliyatı için 30 rakamı bile yetersiz

Bu evi gören şaşırıp kalıyor: Bir çok antika eşyayı bulmak mümkünBu evi gören şaşırıp kalıyor: Bir çok antika eşyayı bulmak mümkün

$
0
0

Merkez Bankası’ndan emekli olan Mehmet Şah Tay, evinin bir bölümünü müzeye çevirdi. Evin en alt katında eski radyolardan plaklara, siyah beyaz televizyondan eski tarım aletlerine kadar bir çok antika eşyayı bulmak mümkün.

Müze değil çay evi

Mehmet Şah Tay aslen Diyarbakırlı, ama uzun yıllardır İnegöl’de ikamet ediyor. Merkez Bankası’nda uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli oldu. İnegöl bağlı edebey mahallesinde yaptırdığı 3 katlı evin alt katını bir müzeye çevirdi. Bu müzede elektronik aletler, tarım aletleri daha aklınıza gelebilecek bir çok şeyi görmek mümkün.

Tay, son olarak böyle eşyaları kullanmayanların atma yerine kendisine ulaştırmasını istedi.

Mehmet Şah Tay, bu malzemelerin bir çoğunun hurda olduğu için çöpe atıldığını belirterek, şu açıklamada bulundu:

  • "Bir tane hobi olarak topladım, daha sonra giderek çoğaldı ve müze oldu. Bine yakın eşya var burada, hepsi çalışır vaziyette. Bunların çoğu ikinci el, hurdadan toplama eşyalar çokta. O kadar değerli eşyalar yok, ama eskileri anlattıkları için güzel eşyalar. Görenler gelip geziyorlar, geçmişi yad ediyorlar, görünce çok şaşırıyorlar. Gelen önce bir kaç eşya sanıyor, ama gelip gördüklerinde gözlerine inanamıyorlar.
  • İçeriye girdiklerinde hayretler içerisinde kalıyorlar. 20 radyom var. Plak var, ev aletleri çok. Diyarbakır yöresine ait bir çok halı var. Kılınç, tüfek, tabanca çiftçilikte kullanılan malzemelerimiz var. Eski teraziler, lambalar, siyah beyaz televizyon, gümüşlükler, eski sandıklar, yayık var. Bunların hiç birini satmayı düşünmüyorum. Belki dışarıda birileri için fazla değerli olmayabilir, ama benim için hepsinin ayrı bir kıymeti var."

5 Yıl önce teröristlerin yaktığı Ziya Gökalp Müzesi küllerinden doğdu

Burayı görenler gelip geziyorlar, geçmişi yad ediyorlar, görünce çok şaşırıyorlar.

Eskiden kullanılan koltuk takımları, yatak odası takımları, yüz yıllık halılarla evine farklı bir görünüm kazandıran Mehmet Şah Tay, zamanın büyük bölümünü burada geçirmekten mutlu olduğunu ifade etti. Tay, son olarak böyle eşyaları kullanmayanların atma yerine kendisine ulaştırmasını istedi.

Eski eşyaların hepsi bu müzede yer alıyor.

Sağlık Bakanlığı Tel Abyad Hastanesini onarıyor: 75 yataklı olarak hizmete sunulacakSağlık Bakanlığı Tel Abyad Hastanesini onarıyor: 75 yataklı olarak hizmete sunulacak

$
0
0

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yaptığı açıklamada, YPG/PKK terör örgütünün bölgeden kaçarken yaktığı Tel Abyad Hastanesinin tadilatı ve tekrar kullanıma açılması için gerekli talimatı verdiğini bildirdi.

Tel Abyad artık güvenli: Hadi gelin

Hafta başında sınır hattındaki hastaneleri ziyaret ederek Barış Pınarı Harekatı'nda özveriyle hizmet veren sağlık çalışanlarıyla bir araya geldiklerini hatırlatan Koca, bu ziyaret sırasında Tel Abyad Hastanesi hakkında da detaylı bilgi aldıklarını söyledi.

Tel Abyad’a mobil klinik

Barış Pınarı Harekatı sayesinde bölge terörden temizlenirken örgütün sivillere verdiği zararın da gün yüzüne çıktığını ifade eden Bakan Koca, şunları söyledi:

  • "YPG/PKK, bölgeyi işgal ettikten sonra Tel Abyad Hastanesini iki bölüme ayırmış. Hastanenin üçte ikisi terör örgütü militanlarının tedavilerine ayrılarak bu bölüme sivillerin girişi yasaklanmış. Örgüt çekilirken hastanenin bölge halkının kullanımına ayrılan kısmını, laboratuvarını, ameliyathaneleri, kadın doğum ve cerrahi servislerini ateşe vererek kullanılmaz hale getirdi.
  • Bununla da kalmayıp hastanenin elektrik, oksijen, su ve tıbbi gaz tertibatını tahrip etti. Tıbbi cihaz ve malzemelerin büyük kısmını kaçıran örgüt mensupları, yanlarında taşıyamadıkları cihaz ve malzemeleri ise yakarak tahrip etti. Bugün hem Tel Abyad'a hem Rasulayn'a Bakanlığımızın mobil hastanelerini gönderiyoruz. Tel Abyad Hastanesinin bahçesinde ve nispeten az hasarlı kısımlarında da gerekli donanımı sağlayarak kısa süre içinde sağlık hizmeti vermeye başlayacağız."

75 yataklı olarak hizmete sunulacak

Hastanenin yakılarak kullanılamaz hale getirilen bölümleri için Bakanlık olarak tadilat planlarını hazırladıklarını açıklayan Fahrettin Koca, "Onarım ve altyapı çalışmaları kademeli olarak tamamlandıktan sonra Tel Abyad Hastanesi 75 yataklı olarak hizmete sunulacak" dedi.

Tekbirlerle serildi: Nasreddin Hoca Türbesi yeni puşidesine kavuştuTekbirlerle serildi: Nasreddin Hoca Türbesi yeni puşidesine kavuştu

$
0
0

Konya Akşehir’de düzenlenen Nasreddin Hoca Anma Günleri kapsamında Nasreddin Hoca Türbesi’nde bulunan puşide, Konya Olgunlaşma Enstitüsü tarafından yapılan yeni puşide ile değiştirildi. Nasreddin Hoca Türbesi önünde yapılan törende konuşan Konya Olgunlaşma Enstitüsü öğretmenlerinden Fitnat Akdoğan, hazırlanan puşide hakkında bilgi verdi.

Bir yıldan fazla sürdü

Akşehir Belediye Başkanlığının talebi üzerine Akşehir’e gelerek çalışmalar yapıp puşideyi oluşturduklarına değinen Akdoğan, “Puşide, okulumuzdaki keçe atölyesinde geleneksel keçe yapımı üzerine kumaş oluşturduk. Yeşil türbe örtüsü rengindeki bu çalışmada Hattat Hüseyin Öksüz hocamızın Yunus ve Zümer surelerinden oluşan bir hat çalışıldı. Akşehir Taş Medrese’deki mihrabın desenini de alarak bir tasarım yaptık ve atölyelerimizde bir yıldan fazla süren bir çalışma sonucunda türbe örtüsünü oluşturduk. Bugün de inşallah serim töreniyle Nasreddin Hocamızla buluşturacağız puşidemizi” diye konuştu.

Nasreddin Hoca Türbesi’nde bulunan puşide, Konya Olgunlaşma Enstitüsü tarafından yapıldı

Puşide ayetleri yapılırken abdestli çalışıldı

Konya Olgunlaşma Enstitüsü Müdürü Emel Tosun tarafından Nasreddin Hoca Türbesi için hazırlanan puşide, Akşehir Belediye Başkanı Salih Akkaya’ya teslim edildi. Puşideyi teslim ederken konuşan Emel Tosun, “Bu puşideyi yaparken onur duyduk. Puşidenin ayetleri işlenirken arkadaşlarımız hep abdestli çalıştılar. Bu bizim bir detayımız ama önemli bir detay olduğunu düşünüyorum. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” dedi.

Akşehir Belediye Başkanı Salih Akkaya da Nasreddin Hoca’ya ve onun türbesine yakışır bir şekilde bu puşideyi hazırladıkları için Konya Olgunlaşma Enstitüsü’ne teşekkür ederek,

“Nasreddin Hocamızın maneviyatına uygun olarak kendilerinin ayetler işlenirken abdestle çalışmaları da bizlere ayrıca onur verdi. Biz de abdestle inşallah puşideyi almış oluyoruz.

Şu anda Bursa valimiz olan eski Konya Valimiz Yakup Canbolat Beyefendi, Nasreddin Hoca Türbesi’ni ziyaret ettiğinde mevcut puşidenin çok yakışmadığını, buraya daha güzel bir puşide hazırlatılsa demişti. Bu fikirle yola çıktık ve araştırdık. Konya’da Olgunlaşma Enstitüsü bu konuda gerçekten çok başarılı ve maharetli. Birçok yerde emekleri varmış. Onlarla bu çalışmayı başlattık ve gerçekten güzel bir eser ortaya çıktı. Nasreddin Hoca’nın torunu olarak böyle bir puşide hazırlatma ve bunu teslim alma noktasında heyecan duyduğumu da belirtmek istiyor, çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.

Konuşmaların ardından Kur’an-ı Kerim tilaveti yapıldı. Tekbirler eşlinde yeni puşide Nasreddin Hoca Türbesi’ndeki yerine törene katılan protokol üyeleri tarafından serildi. Puşidenin serilmesinin ardından dua edildi.

  • Yunus ve Zümer surelerinden ayetler yer aldı
  • Hazırlanan puşide, türbe yeşili renginde geleneksel keçe tekniği ile dokunuldu. Hat Sanatçısı KTO Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Hüseyin Öksüz’ün katkılarıyla özel sim sırma tasarımı yapılarak Maraş işi tekniği ile çalışılan hatlarda Yunus Suresi 62. Ayeti ile Zümer Suresi 9. Ayeti yer alıyor. Yunus Suresi 62. Ayet’te ‘Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de’ ifadeleri, Zümer Suresi 9. Ayet’te de ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu’ ifadeleri yer alıyor. Ayrıca puşidenin süslemelerinde de Akşehir Taş Medrese Mescidi mihrabında bulunan motif yer alıyor.
  • Nasreddin Hoca Türbesi’ndeki törene Akşehir Kaymakamı Ahmet Sait Kurnaz, Garnizon Komutanı Albay Tolga Yuvalı, Akşehir Belediye Başkanı Salih Akkaya, AK Parti İlçe Başkanı Abdurrahman Çardakoğlu, MHP İlçe Başkanı Salih Akça, Eğitimci Yazar Mustafa Özçelik, bazı kamu kurum müdürleri ile vatandaşlar katıldı.

Göldeki ağaçlar sular çekilince ortaya çıktı: 300 yıl önce heyelan sonucu oluştu

Dünyanın en yaşlı yüz nakli hastası: 45 kişilik bir ekiple 16 saatte istediği görünüme kavuştu

Restoranlarda risk daha yüksek: Mutfağınızdan tahta ürünleri çıkarın

Venedik'e giriş artık ücretliVenedik'e giriş artık ücretli

$
0
0

İtalya'nın kuzeydoğusunda kanallarıyla ünlü tarihi kent Venedik'in belediye meclisinde alınan kararla, gelecek yıl temmuzdan itibaren kente gelenlerden giriş ücreti alınacak.

Yerel basında çıkan haberlerde, Venedik Belediye Meclisi'nin 1 Temmuz 2020'den itibaren ikametgahı kentte olmayanlardan 3 ila 8 euro giriş ücreti alınmasına karar verdiği belirtildi.

Söz konusu tarifenin 2021'de zamlanarak, 6 ila 10 ara euro olarak uygulanacağı kaydedildi.

Buna göre, kente, kalabalık zaman aralığında girilmesi ya da kentte geçirilecek sürenin uzaması durumunda ücret yüksek tarifeden uygulanacak.

Birkaç yıldır İtalya genelinde olduğu gibi kente kalmaya gelenlerden gecelik konaklama vergisi alınırken, bu uygulamayla günübirlik kenti ziyaret edenlerden de ücret alınmış olacak.

İtalyan basınına yansıyan haberlerde, kentin yıllık turist ağırlama kapasitesinin 20 milyon civarında olduğu ancak bunun çok üzerinde ziyaretçi ağırladığı vurgulandı.

Tarihi incelik yitip gidiyorTarihi incelik yitip gidiyor

$
0
0

Kapalıçarşı Fesciler Kapısı’ndaki kitabenin güvenlik kamerası takılmak için tahrip edilmesi, dikkatleri bu bölgedeki diğer kitabelere çekti. Osmanlı döneminde büyük öneme sahip kitabelere verilen tahribat sadece Fesciler Kapısı’ndaki ile sınırlı değil. Mahmutpaşa’daki bir tarihi handa 5 ayrı dilde üzerinde “Tarakçı ve kehribarcı Agah Efendi ve Mahdumlarının”, “El kasibi habibullah” yani “Kazananı Allah sever” yazılı kitabe bulunuyor. Arapça, İbranice, Fransızca, Ermenice ve Rumca yazılı kitabe, 2. Abdülhamit dönemine ait. Ancak kitabenin önü burada bulunan bir dükkanın tabelası ile tarihi değeri hiçe sayılarak kapatılmış durumda. Tabela nedeniyle kitabenin İbranice yazılı bölümü görülemiyor.

Han girişinde “Kazananı Allah sever” yazılı 5 ayrı dildeki kitabe, tabelalardan görünmüyor.

5 DİLDE KİTABE

Sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz, "Mahmutpaşa’da bir iş hanının hemen köşesinde yer alan dükkan bu anlamda ilginçtir. 'Tarakçı ve Kehribarcı Agah Efendi ve Mahdumlarının' dükkanıdır burası. Burada tarak ve kehribar satıyorlardı. Ama bu satışı gerçekleştirebilmek için kentte yaşayan her gruba hitap edebilecek harfleri, alfabeleri ve dilleri seçtiler. Artık İbranice’yi, Ermeni ve Rum dillerini hatırlamıyoruz, Arapçayı Arap harfleriyle okumak da bize çok şey ifade etmiyor. O yüzden bunu bir nakış gibi görüyorlar, hiçbir şey ifade etmiyor bugünkü ziyaretçilere. Bu kitabe İstanbul’un hoşgörüsünü anlatmak için bir simge” şeklinde konuştu.

İSTİŞARE EDİLMELİYDİ

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Hat Ana Sanat Dalı Öğretim üyesi Dr. Ali Rıza Özcan da Fesciler Kapısı’nda yapılan tahribat ile ilgili, "Bu kitabenin özelliği, 2. Abdülhamid döneminin en meşhur hattatlarından olan Sami Efendi’nin eseri olmasıdır. İbarede ‘Çalışıp kazanan Allah’ın sevdiğidir, sevgilisidir’ mealinde Peygamber Efendimize ait bir söz yazılıdır. Yazılış tarihi 1896. Buraya matkapla monte eden ve ona vesile olanlar kendi ekmek paralarını kazanmak için bu işe girdiler. Ama bir iş yapılmadan önce, o iş için istişare edilmesi, bilen birilerine danışılması gerekmekte. Bu maalesef öyle olmamış. Bu topraklar, bu ülke, bu eserler bize ait. Sahip çıkmamız gerekiyor" dedi.

Göldeki ağaçlar sular çekilince ortaya çıktı: 300 yıl önce heyelan sonucu oluştu

Protestoların diğer yüzüProtestoların diğer yüzü

$
0
0

V’NİN TAHTI SALLANIYOR

Maskeler eylemlerin yeni simgesi oldu.

Protestolarda son dönemde en öne çıkan maske, sinemada gişe rekorları kıran Joker oldu. Şili’den Lübnan’a, dünyanın pek çok noktasındaki gösterilerde Joker maskeli protestocular dikkat çekti. 1982 tarihli bir çizgi roman serisinden 2005 yılında sinemaya uyarlanan “V for Vendetta” filmindeki maskeler, günümüzde de protestocuların tercihleri arasında yer alıyor.

FİLMLERDEN SOKAKLARA

Maskeler eylemlerin simgesi haline geldi.

lİnternet yayın platformu Netflix’in “La casa de papel” adlı İspanyol dizisinde kullanılan kırmızı kıyafetler ve Salvador Dali maskeleri de tüm dünyaya yayılan protestolarda en ön saflarda karşımıza çıkıyor. Düzen karşıtı simgelerin maskeleri dışında, kimi protestocular Örümcek Adam, Yıldız Savaşları gibi filmlerden karakter maskeleriyle sesini duyurmaya çalışırken kimileri de bulabildiği ilk maskeyle kendini meydanlara atıyor.

Yasak geri tepti

  • Hong Kong'taki gösteriler
  • Çin’in Hong Kong Özel İdari Bölgesi yönetimi, aylardır süren protestolarda göstericilerin maske takmalarına yasak getirince protestolar daha da şiddetlendi. Yönetimin kararına aldırmayan protestocular, birbirinden çeşitli maskelerle meydanlara inmeye devam etti.

Ortadoğu'da Joker alarmı


Malatya Film Festivali için geri sayım başladıMalatya Film Festivali için geri sayım başladı

$
0
0

Diğer yıllara nazaran bu yıl sinemaya ilgisi olan halkla festivali buluşmaya yönelik ciddi projeler hazırladıklarını ifade eden Yönetmen Haydar Işık, “Biz bu yıl bu temayı daha çok senaryo eğitimi, senaryo atölyeleri, uygulamalı eğitimler gibi değişiklikler yaparak verimliliğini ve sürekliliğini daha fazla arttırabilecek çalışmalar yaptık” dedi.

Malatya doğal bir film platosu

Malatya’nın doğal bir film platosu olduğunu da dile getiren Işık, “Tüm ilçeler ile Malatya doğal bir plato. Bakıldığı zaman bu yıl 9’uncusunu düzenlediğimiz festival şehrimizde düzenleniyor. Ama kentte film çekimleri oldukça. Bununla ilgili neler yapabiliriz diye çalışmalar yaptık” şeklinde konuştu.

Farklı noktalarda festival rüzgarı esecek

Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar ise bu yıl festivalin çok daha dolu ve farklı olduğunu belirterek festivalin her kesme hitap edebilecek şekilde hazırlandığını söyledi. Sinema eğitimi ile ilgili çok güzel çalışmaların da hazırlandığını belirten Çınar, festival kapsamında birçok noktada da etkinlikler düzenleneceğini ifade etti.

Sanat toplum içindir

Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’da, “Hepimiz dünya sinemasında oynadığımız hayat filmindeki rollerimizin güzel olmasına dikkat edeceğiz. O anlamda hepimiz bir sanatçıyız. ‘Sanat sanat içindir, sanat toplum içindir. Sanatçılar toplumun lokomotifidir, toplumun önderleridir, toplumun liderleridir. Sanatçılar çok zekidir bu anlamda biz sanatçıların bu çerçevede olmasını arzu ediyoruz” diye konuştu.

Tarihi incelik yitip gidiyor

Protestoların diğer yüzü

11 yaşındaki ödüllü piyanist dinleyenleri mest etti11 yaşındaki ödüllü piyanist dinleyenleri mest etti

$
0
0

11 yaşındaki piyanist İlyun Bürkev, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası ile konser verdi.

Ulusal ve uluslararası birçok yarışmada dereceye giren ve 4 birinciliği bulunan Bürkev, Adana Büyükşehir Belediyesi Konser Salonu'nda sahne aldı.

Programda İlyun Bürkev, Mozart'ın Piyano Konçertosu No:1 birinci bölüm ve Senfoni No:40 eserlerini izleyicilerin beğenisine sundu.

Küçük sanatçı, dinleyicilerden yoğun alkış aldı.

Malatya Film Festivali için geri sayım başladı

Tarihi incelik yitip gidiyor

Protestoların diğer yüzü

Vücuttaki radyasyonun giderilmesinde en etkili bitki: Zirai ilaç tehlikesi altındaVücuttaki radyasyonun giderilmesinde en etkili bitki: Zirai ilaç tehlikesi altında

$
0
0

Radyasyon avcısı olarak bilinen Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygın olarak yetişen meyan bitkisi yanlış ilaçlama nedeni ile tükenme noktasına geldi.

Bölgede özellikle yaz döneminde şerbet yapılarak tüketilen meyan üzerine araştırma yapan Prof. Dr. Nazım Şekeroğlu, "Meyan bugün Türkiye’de gerçekten çok kullanılan ve yavaş yavaş Türkiye’de yok olmaya başlayan bir bitki. Toprak altında kökleriyle çoğalan bir bitki. Tarım alanlarında özellikle ‘Total herlikit’ dediğimiz tarım ilaçları kullanıldığı anda bir yaprağa tarım ilacı değdiğinde, dönümlerce alandaki meyan bitkisini kurutuyor" dedi.

Vücudu temizliyor

Prof. Dr. Şekeroğlu, Türkiye'nin meyanı ihraç etme durumuna geldiğini ifade ederek şunları söyledi:

  • "Şu anda Türkiye’deki tek meyan balı fabrikası Kilis’te bulunuyor. Şirketin sahibi 25 yıl önce Suriye’den gelen biri. Bunun dışında biz meyan kökünü nereden alıyoruz? Maalesef Hollanda’dan ve İtalya’dan alıyoruz. Meyan niçin önemli? Bugün Çin tıbbında kullanılan belki yüzde 50’ den, yüzde 60’tan fazla karışımın içerisinde meyan var ve kanser tedavisinden sonra vücuttaki radyasyonun giderilmesinde en etkili bitki olarak düşünülüyor.

Meyan bitkisi özellikle bizim yöremizde Kilis, Gaziantep, Adana yöresinde meyan şerbeti olarak tüketiliyor ama endüstriyel ham madde olarak meyan balı, birçok içecek de ve genellikle gıda sanayisinde tat düzeltici olarak kullanılıyor.

Ayrıca İtalya'da bu bitkinin meyan balından üretilen, özellikle kış aylarında nezle ve grip algınlığında balgam sökmede ön plana çıkıyor.

Ses tellerinin düzelmesinde rol alıyor bir madde olarak kullanılıyor biz de cebimizde taşıyoruz. Tabii meyan bitkisi içeriğindeki kimyasal maddelerden dolayı aşırı tüketildiğinde tansiyon yüksekliği veya baş ağrısı halsizlik gibi sorunlara yol açabiliyor ancak çok ciddi sorunlar görünmüyor."

Meyan kökü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygın olarak yetişiyor.

Tükenme noktasına geldi

Prof. Dr. Şekeroğlu, meyanın özellikle ilaç sanayisinde değerli olduğunu belirterek, "Biz bu bitkimize sahip çıkalım. Türkiye topraklarında yetişen meyanımıza sahip çıkacağız. Türkiye’de üretilen, kendi yerli milli meyanımız özellikle milli ilaç sanayimizde, meyan bitkisinden üretilen meyan balı oldukça önemli. Biz Kilis 7 Aralık Üniversitesi Ziraat Fakültesi olarak meyan bitkisini özellikle tarımsal üretimi konusunda çalışmalara başladık.

Meyan bitkisi ülkemizde doğal olarak yetişen bir bitki. Ülkemizde halen üç farklı türü bulunuyor. Doğal olarak yetişiyor bitki toprak altında yetişen bir bitki. Oldukça önemli ve kıymetli bir bitki. Tabi bunun farkında olmadan üreticilerimiz bunu yok etmek üzere.

Çeşitli kimyasal ilaçlar kullanıyorlar. Yabancı ot ilaçlarıyla yaprağın bir tanesine yabancı otun değmesi, dönümlerce meyan kökünün kurumasına neden oluyor. Tabi tarım alanlarındaki ilaçlamalarımızla meyan kökleri gittikçe azalmalara başladı. Şimdi ülkemizde yetişen meyan kökü bizim için yeterli gelmiyor. Orta Asya ülkelerinden meyan almaya başladık, önümüzdeki süreçte bununla ilgili koruma ve geliştirme çalışmaları başlatmak gerekiyor" şeklinde konuştu.

Meyan kökünden yapılan şerbet

Şekeroğlu, üniversite olarak meyan üretimini artırmak için çalışmalar başlattıklarını sözlerine ekledi.

Oğlu için kanseri yendi

Kanser tedavisinde doğal yöntemlere dikkat: Bağışıklığı güçlendirirken hayatınızı riske atmayın

Yargıtay'dan evlilikte cimriliğe tazminat: Ekonomik şiddet sayıldıYargıtay'dan evlilikte cimriliğe tazminat: Ekonomik şiddet sayıldı

$
0
0

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, baktığı bir boşanma davasında, erkeğin "aşırı cimri davranmak suretiyle eşine ekonomik şiddet uyguladığı, bu nedenle boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin kadına nazaran daha ağır kusurlu olduğu" sonucuna vardı.

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ÖDEMESİNE HÜKMETTİ

  • Daire, tarafları eşit kusurlu sayarak boşanmalarına karar veren ve kadının maddi-manevi tazminat taleplerini reddeden yerel mahkeme kararını bozdu.

Cimri kocanın daha ağır kusurlu olması nedeniyle kadına maddi ve manevi tazminat ödemesine hükmeden Daire, yerel mahkemenin belirlediği yoksulluk nafakasını da az buldu.

28 bin 568 hasta organ nakli bekliyor28 bin 568 hasta organ nakli bekliyor

$
0
0

Türkiye Organ Nakli Vakfının koordinatörlüğünde gerçekleştirilen "Uluslararası Organ Nakli Ağı" projesinin çalışma ziyaretleri ile Yoğun Bakım Kongresi için bulunduğu Kuzey Makedonya'da önemli açıklamalar yapan Organ Nakli Koordinatörleri Derneği Başkanı Yavuz Selim Çınar, böbrek yetmezliği bulunanlar çoğunlukta olmak üzere toplam 28 bin 568 hastanın organ nakli beklediğini bildirdi.

Türkiye organ naklinde dünyadan ileri durumda

Türkiye'de organ naklinin dünyada gelişmiş çok sayıda ülkeden daha ileri noktada olduğunu söyleyen Çınar, nakillerin başarılı şekilde gerçekleştirildiğini belirtti.

Çınar, Türkiye'deki en büyük problemin kadavradan, hayatını kaybeden kişilerden yapılan organ bağışının yetersizliği olduğuna dikkati çekti.

Dünyadaki organ nakillerinin yüzde 80'ini ölen kişilerden yapılan bağışların oluşturduğunu ifade eden Çınar, Türkiye'de ise nakillerin çoğunun hayatta olan kişilerden, hastaların akrabalarından yapılan bağışlarla gerçekleştiğini bildirdi.

Çok sayıda kişi nakil sırası beklerken hayatını kaybediyor

Çınar, çok sayıda kişinin organ nakli sırası beklerken hayatını kaybettiğine işaret ederek, organ nakli koordinatörlerinin amacının bağış yüzdesini artırmak ve bundan kaynaklanan ölümleri azaltmak olduğunu vurguladı.

Organ nakli koordinatörlerinin bağış konusunda önemli bir görev üstlendiğini aktaran Çınar, bu görevlilerin sertifikalandırılmaları, eğitimlerini tamamlamaları konusunda da çeşitli çalışmaların hayata geçirildiğini belirtti.

Amaçlarının organ nakli bekleyen hastaların sağlığına kavuşup, organ nakli bekleme listelerinden hayatlarını kaybederek değil tedavi edilerek ayrılmaları olduğunun altını çizen Çınar, şunları kaydetti:

  • "Türkiye'de şu anda toplam 28 bin 568 kişi organ nakli bekliyor. Bu hastalardan 23 bin 24'ü böbrek, 2 bin 309'u karaciğer, bin 709'u kornea, bin 142'si kalp, 290'ı pankreas, 93'ü akciğer, biri ise ince bağırsak nakli olmak zorunda. Yıllık ortalama 4 binin üzerinde vatandaşımız organ nakli olamadığı için hayatını kaybediyor. Bu kişiler bekleme listelerinden hayatını kaybederek ayrılıyor."

Yılda 5 bin nakil yapılıyor

Yavuz Selim Çınar, yıllık yaklaşık 5 bin organ nakli yapılan Türkiye'nin, bu rakamla dünyanın çok sayıda ülkesinin önünde bulunduğuna işaret etti.

Böbrek naklinde dünyada ilk sırada yer alan Türkiye'nin, karaciğer naklinde de ilk 3 ülke arasında yer aldığını bildiren Çınar, cerrahi ekiplerin başarılı nakillere imza attığını belirtti.

Çınar, hayatını kaybeden kişilerden yapılan organ nakli sayısını artırarak da çok sayıda hastanın hayata tutunmasını sağlamayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.

Vücuttaki radyasyonun giderilmesinde en etkili bitki: Zirai ilaç tehlikesi altında

Oğlu için kanseri yendi

Kanser tedavisinde doğal yöntemlere dikkat: Bağışıklığı güçlendirirken hayatınızı riske atmayın

Doğuştan kalbi delik olan genç kadın 30 dakikada sağlığına kavuştuDoğuştan kalbi delik olan genç kadın 30 dakikada sağlığına kavuştu

$
0
0

Nefes darlığı ve çarpıntı şikayetleriyle Manisa Şehir Hastanesi kardiyoloji polikliniğine başvuran genç hastanın kalbinde doğuştan bir delik olduğu tespit edildi.

Delik kalbi ameliyatsız tedavi edildi

Yapılan ileri tetkikler sonucu kalp deliğinin açık kalp ameliyatına gerek kalmadan kapatılabileceği tespit edildi. Manisa Şehir Hastanesi anjiyografi ünitesinde 30 dakika süren işlem ile kalp deliği kapatılan hasta sağlığına kavuştu.

Kalp deliği kapatıldı.

30 dakikada kalp deliği kapandı

Hasta Gizem Efe, yapılan işlem sonrası rahatladığını, Kardiyoloji Kliniği hekimlerinden, hastanedeki hizmetten memnun olduğunu söyledi.

Omuz ağrısı kalp deliği çıktı

Ameliyatsız (perkütan) ASD kapama yönteminin anjiyodan bir farkı olmadığını kaydeden kardiyoloji doktorları cerrahi yöntemlere göre uygulamanın avantajları olduğunu kaydetti. ASD kapama yönteminde tedavi başarısının açık ameliyatlar kadar yüksek olduğuna dikkat çeken uzmanlar, komplikasyonların ise cerrahiye göre daha düşük olduğunu belirtti. Yapılan uygulama ile hastaların kısa süre hastanede kaldıklarını ve taburcu olduklarını kaydeden uzmanlar, taburcu olan hastaların günlük hayatlarına sorunsuz bir şekilde devam edebildiklerini söyledi.

Göçmen çocukların dramını kısa filmde anlattıGöçmen çocukların dramını kısa filmde anlattı

$
0
0

Aileleriyle birlikte çıktıkları umut yolculuğunda bot ve teknelerinin batması sonucu boğularak hayatını kaybeden Suriyeli göçmen çocukların trajedisinden etkilenen Hataylı lise öğrencisi, çektiği filmle yaşanan dramı anlatmaya çalışıyor.

Parçalanmış bebekle simgeleşen bir trajedi

Gözyaşı, elem, keder, matem" anlamlarına gelen "Tears" adlı film, annesiyle birlikte deniz kıyısında yürüyüş yapan Asya’nın, kolye yapmak üzere deniz kabuğu toplarken, kıyıya vurmuş bir oyuncak bebeğe ait parçaları bulması ile parçalanmış bir oyuncak bebekle simgeleşen bir trajedinin kaçınılmaz tanığı olmasını konu alıyor.

Hatay'ın Defne ilçesinde yaşayan 16 yaşındaki Yalçınkaya, haberlerde izlediği cansız bedenleri sahile vurmuş Suriyeli çocukların görüntüsünden etkilenerek duruma dikkati çekmek ve onların sorunlarını insanlara duyurmak için 2 yıl önce kısa film çekmeye karar verdi.

Daha önce film yapımı konusunda eğitim alan Yalçınkaya, anne-babası ve kuzeninin de desteğini alarak 5 dakikalık kısa film çekti.

Birçok ödül aldı

  • Filmle özellikle göçmen çocukların sesini duyurmaya hedefleyen Yalçınkaya, bugüne kadar İstanbul'da 10. Alev Kısa Film Yarışması'nda "en iyi film", Hatay'da 6. Antakya Uluslararası Film Festivali'nde "offical selection", İstanbul'da 9. Sinepark Kısa Film Festivali/Atlıkarınca Kategorisi "en iyi film", İstanbul'da 3. Seyfi Teoman Kısa Film Yarışması "jüri özel ödülü", İstanbul'da 16. Altın Boğa Uluslararası Kısa Film Festivali "en iyi 3. film", İstanbul'da Başka Sinema/Sinepark "kısa film özel seçkisi", Kıbrıs'ta Sinevizyon International Film Festivali "Official Selection", Rusya'da 4.McGuffin youth International Film Festivali "official selection" ve Marmaris'te düzenlenen 5. Marmaris Uluslararası Kısa Film Festivali'nde liselerarası "en iyi film" ödüllerini aldı.

Bu dramı bütün dünyaya göstermeliyiz

Zeynep Yalçınkaya, aileleriyle birlikte çıktıkları umut yolculuğunda hayatını kaybeden çocukların görüntülerinin gözünün önünden bir an olsun gitmediğini söyledi.

Yalçınkaya, yaklaşık 2 yıl önce senaryosunu yazarak, yönettiği ve çektiği 5 dakikalık filmle göçmen çocukların yaşadıkları zorlukları ve acıları beyaz perdeye yansıttığını dile getirdi.

Katıldığı film festivallerinde bu dramı gözler önüne serdiğini ifade eden Yalçınkaya, sözlerini şöyle sürdürdü:

  • "Yaşamın kaynağı olan denizle ilgili bir film yapmaya karar verdiğimde gözümün önüne direkt mülteci çocukların sahilde yatan ölü bedenleri geldi ve bu filmi yapmaya karar verdim. Filmde özellikle diyalog kullanmadım çünkü nasıl bir yabancı şarkının sözlerini anlamadan o şarkıyı hissedebiliyorsak, bence başka ülkelerdeki insanların da dillerini anlamadan onların trajedilerini, dramlarını hissediyor olmalıyız. Metaforlar ve simgesel anlatımla mültecilerin dramını anlatmak istedim. Amacım aslında bu dramı bütün dünyaya göstermekti. Bu yüzden uluslararası ve ulusal festivallere katıldım. İnsanların ne kadar haberi olursa o kadar tepki gösterebilirler diye düşündüm. Dilini bilmediğimiz insanların dramını, dilini bilmediğimiz insanlara anlatabilme fırsatı ancak sinemayla elimize geçiyordu. Ben de bunu yapmak istiyordum."

11 yaşındaki ödüllü piyanist dinleyenleri mest etti

Malatya Film Festivali için geri sayım başladı

Tarihi incelik yitip gidiyor


Dededen kalma değirmeninin çarkını torunu döndürüyorDededen kalma değirmeninin çarkını torunu döndürüyor

$
0
0

Ağrı'nın Taşlıçay ilçesinde, yıllara ve teknolojiye meydan okuyan, asırlık dede yadigarı su değirmenini torunu işletiyor.

Tanrıverdi köyüne bağlı Kürekli mezrasında, bir asır önce babasının dedesi tarafından yaptırılan su değirmenine sahip çıkan 22 yaşındaki Enes Kaya, dede emaneti değirmenin çarklarını döndürerek buğday öğütmeye devam ediyor.

Zamana ve teknolojiye direnen su değirmeninde, yöre halkının yanı sıra çevre köylerden gelenlere de hizmet veriliyor.

Büyük dedesinin asırlık emanetine sahip çıkan Kaya, değirmen çarkının bir asırdır döndüğünü ve teknolojiye rağmen dönmeye devam edeceğini söyledi.

Köylüler rağbet gösteriyor

Su değirmeninin taş ve diğer malzemelerinin bir asır önce yapıldığını ve orijinalliğini koruyup sorunsuz şekilde çalıştığını ifade eden Kaya, şöyle konuştu:

  • "Bu yapı, asırlık bir su değirmenidir. Şeyh Mustafa dedem tarafından zamanında yapılmıştır. Değirmen taşları hazır taş değil, yer altından çıkan yontma taşlardır. Dedemin zamanında, iki değirmen yapılmış. Bir değirmen kapandı, bu değirmeni de babam ve akrabalarımız onarıp faaliyete koydu. Dedemizin emanetine sahip çıkmışız. Çevredeki köylerde bulunan vatandaşlar elektrik değirmenine göre su değirmenine daha çok rağbet gösteriyor."

Aynı zamanda da su değirmeni olan yapı.

Kaya, değirmen rağbet görmese dahi dede yadigarını korumak istediğini belirterek, asırlık işletmeyi gelecek nesillere bırakmak istediğini dile getirdi.

Göçmen çocukların dramını kısa filmde anlattı

Doğuştan kalbi delik olan genç kadın 30 dakikada sağlığına kavuştu

Yargıtay'dan evlilikte cimriliğe tazminat: Ekonomik şiddet sayıldı

Maskemiz duyguları aktarıyorMaskemiz duyguları aktarıyor

$
0
0

Anadolu Üniversitesi Uluslararası Tiyatro Festivali’nin ilki devam ediyor. Festival kapsamında dünyaca ünlü tiyatro grupları ve eğitmenler Eskişehir’e geldi. İngiltere’den Gregorz Bral, ABD’den Kameron Steele, Yunanistan’dan Savvas Stroumpos, Çekya’dan Pierre Nadaud, İtalya’dan Cecile Richards, Hollanda’dan Zwaantje de Vries gibi alanında uzman eğitimciler öğrencilerle buluştu. Almanya Berlin’den de Familie Flöz tiyatro topluluğu da “Teatro Delusio” adlı oyunlarını sahneledi. Sadece maskelerle, hiç söz kullanmadan eşşiz bir performans sergileyen sanatçılar, dünyanın her yerini geziyorlar. Topluluğun Türkiye’ye ilk gelişleri değil. Geçtiğimiz yıl da Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’ne katıldılar ve İstanbul’da da oyunlarını sahnelediler.

TİYATRODA YAŞAYAN BİR AİLE

Familie Flöz’ün oyunu tiyatroda yaşayan bir aileyi anlatıyor. Gösterişli oyuncuların boy gösterdiği büyülü sahnenin ardında üç kişilik bir aile düşünün. Genç ve güçlü Bob karakterinin enerjisinin aksine yorgun ve hasta olan Bernd, diğer tarafta her zaman şikayet eden İvan. Tiyatro sahnesinin cılız dekorları içinde parlayan yıldızların aksine bu üçlü, farklı bir evrende kendi mutlulukları için savaşırlar. Oyunda, büyülü bir şekilde rol yapmanın pırıltılı dünyası ve gerçek dünyanın birleşimi sahneye yansıyor. Üstelik tüm bu karakterlere tek kelime etmeden hayat vermeyi başarıyorlar.

Üzüntü ve aynı zamanda neşeyle dolu bir karakter komedisi olan ‘Teatro Delusio’ oyunun yönetmenliğini Michael Vogel yapıyor. Oyunda Andres Angulo, Dana Schmidt, Björn Leese, Johannes Stubenvoll, Daniel Matheus, Michael Vogel, Thomas van Ouwerkerk, Sebastian Kautz ve Hajo Schuler rol alıyor.

VÜCUDUNUZ HER ŞEYİ ANLATIR

Eskişehir’de bir araya geldiğimiz topluluk üyelerinden Thomas van Ouwerkerk, söz kullanmadan oynamanın risklerini sorduğumuzda şöyle cevap verdi: “ Mimikler ve sözlerle akıla hitap ediyorsunuz. Ancak bizim işimiz duygulara hitap etmek. Oyunumuzda seyircinin zihnen bir anlamlandırma yapmasını hedeflemiyoruz. Biz onların duyguları hissetmelerini sağlamak istiyoruz. Maske aslında çok güçlü bir unsur. Birisi maskeyi taktığında birdenbire onu bir beden bütün olarak görmeye başlarsınız. Ona vücut olarak da dikkat eder ve onu gerçek anlamda görürsünüz. Çünkü maske takılmadığında direk yüze konsantre oluyorsunuz. Ancak maske olunca tümüyle konsantre olabilirsiniz. Böylece vücudunuzla çok şey söylersiniz.” Maskelerin hayal gücünü serbest bıraktığının altını çizen genç oyuncu, “ İzleyici, oyuncunun yüz ifadelerine bakmadan kendi görüntülerini oluşturabilir. Oyuncu da bu deneyimi daha zengin hale getirebilir. Maske sabittir ama herşeyi anlatabilirsiniz. Bir oyuncu olarak maskeyle izleyiciyi güldürüp, ağlatabilirim ” dedi.

TÜRKİYE’DE SEYİRCİ OYUN BİTİNCE TERK ETMİYOR

Dünyanın pek çok ülkesinde oyunlarını sahneleyen topluluğun seyircilerden aldığı tepkiler genel itibariyle olumlu imiş. Oyuncu Johannes Stubenvoll bize bu konuda şunları söyledi: “Reaksiyonlar olduğumuz ülkeye göre fark gösterebiliyor. Mesela oyunun içerisinde bazı yerlerde komediye kayıyoruz ve dünyanın her yerinde komediyi anlayıp gülerler. Ancak bu tepkiler ülkeden ülkeye değişiklik gösterebiliyor. İngiltere’de kara komediden, Fransa’da daha poetik alanlardan, İtalya’da ise komediden hoşlanıyorlar. Türkiye’de ise izleyici oyun izlerken sessiz ve tepkilerini çok göstermiyor. Ancak oyun bittiğinde alkışlar müthişti. Oyundan sonra gelip konuşuyorlar ve fotoğraf çekmek istiyorlar. Çoğu ülkede oyun süresince tepkiler yüksek ama oyun bitince ortada hiç kimse olmuyor.”

HEPİMİZ HİKÂYE ANLATMAK İSTERİZ

Oyuncu Thomas van Ouwerkerk, dijital dünyada tiyatronun daha da önem kazandığına dikkat çekti ve ekledi: “ Tiyatroda çok özel ve sihirli bir şey üretebilirisiniz. Seyircilerin her şeyi anlıyor olduğunu görüyorsunuz ve bu hissi internette bulamazsınız. Bundan dolayı aslında diijtal dünyadan çok korkmuyorum. Günün sonunda hepimiz birbirimize hikâyeler anlatmak istiyoruz. Farkında olmadan bir salon dolusu insan çok uçuk anlar yaşıyorlar. Hiç fark etmeden aynı anda nefeslerini tutuyorlar. Tiyatroyu özel yapan da bu, seyirci bir bütün olarak yaşıyor her anı. Özetle, insanı olarak kökü derinlere dayanan bir ritüel olduğu için kaybolacağını, insanların tiyatroya gelmekten vazgeçeciğini hiç sanmıyorum.”

SOKAKLARDAN BÜYÜK YAPIMLARA

Familie Flöz grubunun hikayesi de ilginç. 1994 yılında Hajo Schüler ve Markus Michalkowski tarafından kurulmadan önce maskelerle oyunlar sahneleyen bir avuç kişiden oluşuyormuş. Maske ve doğaçlama ile sahnelenen oyunlara talep artıkça grup kurulmuş. Almanya’da madencilik yapılan Ruhr Bölgesi’ndeki doğduğu için adını madenlerdeki damar anlamına gelen “Flöz” kelimesinden alıyor.

Familie Flöz , 94 yılında Folkwang Sanat Üniversitesi’ndeki ilk oyunlarının ardından , Köln Komedi Festivali ve Kulturbörse Freiburg’da sahne almış. 98 yılında “Restaurante Immortale” ile söz kullanmaktan tamamen vazgeçmişler. Tüm eserlerinde dil kullanmadan görsellere ve müziğe dayanıyorlar. Familie Flöz prodüksiyonları 2001’de hem Edinburgh Festivali’nde hem de Londra Uluslararası Mime Festivali’nde sahnelenmiş. Topluluk sadece Almanya’da değil, tüm dünyada özgün tarzıyla adından söz ettirmeyi sürdürüyor.

  • Festival devam ediyor
  • Anadolu Üniversitesi’nde 9 Kasım tarihine kadar sürecek olan Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında 30 Ekim’de “Cimri”, 1 Kasım’da “Bir Delinin Hatıra Defteri”, 5 Kasım’da “Don Kişot’um Ben”, 7 Kasım’da “Joseph K”, 8 Kasım’da “Zengin Mutfağı” ve 9 Kasım’da ise “Kürk Mantolu Madonna” oyunu izleyici ile buluşacak.

İslam âlimlerini Batı daha iyi biliyor

Kendi hikayemizi anlatıyorumKendi hikayemizi anlatıyorum

$
0
0

Yönetmen Murat Pay’ın usta bir hattat ile genç bir ressamın yollarının kesişmesini konu alan Dilsiz filmi Türk seyircisiyle ilk kez buluştu. 25 Ekim’de sona eren Boğaziçi Film Festivali’nde “Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması” kapsamında gösterilen film seyirciden yoğun ilgi gördü. Türkiye’nin İlk katılım bankası Albaraka Türk’ün destek olduğu TRT ile ortak yapım olan Dilsiz Filmi festivalden memnun ayrıldı. Dilsiz, Murat Pay’ın ilk uzun metrajlı kurgu filmi. 2014 yılında çektiği belgesel filmi Maşuk’un Nefesi’nden bu yana ilgiyle takip ettiğim Murat Pay’ın son filmi diğerlerinden farklı olarak kurgu hikayeye dayanıyor. Dünya prömiyerini 25. Sarabosna Film Festivali’nde gerçekleştiren Dilsiz’de Ozan Çelik, Mim Kemal Öke, Vildan Atasever ve Emin Gürsoy rol alıyor. Murat Pay ile filmiyle ilgili kısa bir söyleşi yaptık:

Filmlerinizin ortak teması geleneksel sanatlar ve usta çıkar ilişkileri. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Çıkış noktanızın geleneksel sanatlar olmasının özel bir sebebi var mı?

Kendi penceremden film yapmak istediğimde sadece kameraya sadece oyuncuya sadece senaryoya sahip olmamın yeterli olmadığını fark ettim. Bu unsurları yoğurabilmek için ister istemez kendi coğrafyamın ürettiği kültürle yüzleşmek zorundaydım. Yüzleştiğimi iddia etmiyorum ama yüzleşme ihtiyacının beni bu zemine kaydırdığını söyleyebilirim.

Peki siz bu sanatların herhangi bir dalıyla özel olarak ilgilendiniz mi? Yoksa sinemayla birlikte mi geleneksel sanat dallarıyla tanıştınız?

Daha önce ney ile biraz ilgilenmiştim. Daha sonra ilk ciddi ilgilenmem hat sanatıyla oldu. Ama bunun sebebi filmdi.

Filmlerinizdeki ortak ana tema sanatın yoluyla kişinin kendi hikayesini araması diyebilir miyiz?

Bu biraz seyircinin vermesi gereken bir cevap. Olabilir, olmayabilir de.

DOĞAÇLAMA GERÇEKLEŞEN BİR FİLM

Peki diğer filmleriz belgesel film tadındaydı bu son filminiz ise kurmaca film üzerinden hat sanatında usta çırak ilişkisini anlatıyor. Bir konuşmanızda son filmininizin de belgesel filmle başlayıp kurmaca filme dönüştüğünü söylemiştiniz. Nasıl bir dönüşüm oldu, hikayesini merak ettim?

Tamamen doğaçlama gelişen bir süreç. Hikaye kurmaca olmayı talep etti. Biz de bu akışa kapılmayı istedik. Vardığımız sahil bizi memnun etti.

YOLCULUK NEREYE GÖTÜRÜR BİLMİYORUM

Peki bundan sonra çekeceğiniz filmler de yine geleneksel sanatlar üzerinden bir hikaye mi olacak yoksa yeni ve çok farklı hikayeler mi seyirciyi bekliyor?

Açıkçası bilmiyorum. Ama uğradığım duraklar sonraki filmlere küçük hatıralar bırakabilir. Yolculuk halinin nereye götüreceğini kestiremiyorum. Samimi ve sahici olabilmek ve bunu başarırsam da kalabilmek gibi bir düşüncem var.

Murat Pay

Başarılı bir oyuncu kadronuz var. Bu oyuncu kadrosu nasıl oluştu?

Oyuncu meselesi zorlu bir süreçti. Şuna dikkat etmeye çalıştım. Senaryodaki karakterlerin hikayeleri ile oyuncuların kendi hikayeleri arasında küçük de olsa kesişmeler aradım. Bu kesişmeler oyuncularla daha sağlıklı bir bağ kurmama imkan verdiğini söyleyebilirim.

Son soru filmin biletleri günler öncesinden tükendi. Pek çok kişi filmi bilet bulamadığı için izleyemedi. Filminizi izlemek isteyenlere bir takvim ve adres vermeniz mümkün mü? Bu film sinema salonlarda yer bulabilecek mi?

Tabii ki vizyona girmek istiyoruz. Ama Türkiye’de bu tarzda ve tatta filmlerin ciddi bir dağıtım sorunu var. Bu kadar zorluğun ardından ortaya çıkan bir filmin seyirciyle buluşması bu denli zor olmaması gerekir. Bu sorunu dikkate alarak filmi farklı mecralarda göstermek istiyoruz. Nasip diyelim...

  • Geneleksel sanatımız geleceğe mirasımız
  • Albaraka Türk olarak hat sanatını sahiplendiklerini ve bu alanda yıllardır “Uluslararası Hat Yarışması’na ve ‘Uluslararası Hat Sergisi’ne ev sahipliği yaptıklarını belirten Albaraka Türk Genel Müdür Yardımcısı Hasan Altundağ “Kültürel mirasımız olan hat sanatını önemsiyor ve gelecek kuşaklara aktarılmasını amaçlıyoruz. Bu konuda yıllardır Albaraka Türk olarak bu konuyu destekliyor ve bu alanda hem yurtiçi hem de yurtdışında çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyoruz. Murat Pay’ın yönetmenliğinde gerçekleşen ‘Dilsiz’ Filmine destek olmaktan memnuniyet duyduk”diye konuştu.
  • Üç hikaye üç geleneksel sanat
  • Murat Pay, ilk filmi Mâşuk’un Nefesi’nde ile 2014 yılınca ilk kez seyircinin karşısına çıktı. BU filmde mevlid meşki geleneğini ele alıyordu. İkinci film Mirâciyye Saklı Miras’ta ise kayıp bir eser üzerinden Türk musikisiyle titreşen hikâyeleri anlatıyordu Pay. Son filminde ise yine geleneksel sanatlarımızdan Hat ile modern resmin buluşma hikayesini gelenekten gelen bir hat ustası ve bir duvar ressamı üzerinden anlatan Pay’ın filmi festival çerçevesinde ilk kez Türk seyircisiyle buluştu.

Maskemiz duyguları aktarıyor

Müdahale olmazsa zaten birlikteyizMüdahale olmazsa zaten birlikteyiz

$
0
0

Balkanlar’da Türkolojinin temellerini atan Prof. Dr. Nimetullah Hafız, Türk Edebiyatı Vakfı tarafından verilen “Yaşayan Dede Korkut” ödülünün sahibi oldu. Derleme, antoloji ve kütüphanecilik faaliyetlerinin yanı sıra birçok öğrenci yetiştiren 80 yaşındaki Hafız, dünyanın farklı ülkelerinde akademisyen olarak bulundu, konuşmalar yaptı. Türk dilinin Kosova’da başka Irak’ta başka konuşulduğuna dikkat çeken Hafız, edebi dil üzerinden birlik kurulabileceğini söylüyor. Orta Asya’da birçok ülkede araştırma yapan Hafız, “Türk cumhuriyetlerinin mezarlarını gezdim, sofralarına oturdum, dağlarında dolaştım. Sembollerimizi araştırdım. Küçük küçük kayıtları okudum. Özellikle dağda gördüğüm laleler, belgelerde de kendini gösteriyordu. Laleye çok önem verilmiş. Belgelerde var ama gözünüzle görüyorsunuz gittiğinizde. Gücüm yeterse bu konu hakkında yazı yazmak istiyorum” diyor. Vakıfta düzenlenen saygı etkinliğinde bir araya geldiğimiz Prizren doğumlu Hafız ile Türk birliğini, Türkçe’yi ve Balkanlar’ı konuştuk.

BELGELER YERİNE LALELER

Yaşayan Dede Korkut ödülünü aldınız. Ne söylemek istersiniz?

Okumuştum, Dede Korkut’u biliyordum ama çalışmalarımın beni ona götüreceğini düşünmemiştim. Dede Korkut ödülünü almak, onun adının arkasına yazılmak benim için şereftir.

Geçtiğimiz hafta Türk Birliği tekrar gündeme geldi. Nasıl bir birlikten söz edebiliriz?

Gençliğimden beri bu konuyu düşünürüm. Araştırmalarımı yaparken her zaman birlik üzerine ne yapılabileceğine kafa yordum. Bununla ilgili makaleler yazdım. Özellikle dil üzerine nasıl bir uzlaşma olur onu anlattım. Orta Asya’ya gitme fırsatım oldu. Türk cumhuriyetlerinin mezarlarını gezdim, sofralarına oturdum. Dağlarında dolaştım. Sembollerimizi araştırdım. Küçük küçük kayıtları okudum. Özellikle dağda gördüğüm laleler, belgelerde de kendini gösteriyordu. Laleye çok önem verilmiş. Belgelerde var ama gözünüzle görüyorsunuz gittiğinizde. Orta Asya’daki mezarlarda da Almanların kullandığı gamalı haçı gördüm. Arada ilişki var mı bilemiyorum. Avrupa tarihçileri bu konulara girişmiyor. Elimdeki malzemeleri toparlamaya çalışıyorum. Gücüm yeterse bu konu hakkında yazı yazmak istiyorum.

ORTAK ÇALIŞMA GEREKLİ

Dil üzerinden bir birliktelik olabilir mi sizce?

Aynı kökten geliyoruz. Birçok ortak benzerlik var. Ünlü kullanımı, ünsüz eksikliği falan bunlar bir yana sevgi ve istek gerekiyor aslında. Özellikle bilim adamlarında, Türkologlarda. Eğer böyle olursa birlik kısa sürede sağlanır. Başka devletler hükmedip insanları zorlamazsa olur bu çok daha kolay çözülebilir ve başarı gelebilir. Birliğimize müdahale edilmese zaten biz birlikteyiz. Halk istiyor ancak siyaset durumları bırakmıyor. Ağızlar ile dil arasında bağ kurulabilir. Türk dili Kosova’da başka Irak’ta başka konuşuluyor ama edebi dil üzerinde en azından birlik kurabiliriz. Kazaklar’da öz Türkçe birçok sözcük var, Balkanlarda öz Türkçe bir kelime çıkmış örneğin, bunu neden kullanmayalım. Hiç olmazsa yüzde seksen anlasak birbirimizi iyi olacak.

Eserler üzerinde nasıl bir çalışma yapılabilir?

Edebi zenginliğimiz müşterektir. Halk edebiyatı üzerine, Hindistan Türkçesiyle yazılmış eserler incelediğim oldu örneğin. Bu zenginlik çok önemli. Buna benzer destan, hikaye örnekleri, el yazmaları var. Ancak bunların hepsi üzerine ortak çalışmalar yaparsak bütün Türk dünyasının edebiyatı ve dil zenginliği ortaya çıkmış olur.

Milli borcumu ödemeliyim

  • Balkanların bugünkü durumu hakkında ne söylemek istersiniz?
  • Eskiden daha başkaydı tabi. Şimdilerde parçalandı. Türkler daha zayıf duruma geldi. Çünkü okullarımız, öğrencilerimiz azaldı. Bizi üzen budur. Her şeye rağmen çalışıyoruz. Bizden sonra çalışacak isimleri yetiştirmeye uğraşıyoruz. Akademide derleme yaptırıyorum, yüksek lisans konusu olarak veriyorum, yazılanları dergilerde yayınlıyorum. Yaşlılar vardı, ses kayıtları alacaktım. Birçok kayıplara uğradık. Kalanları derlesek de bize yeter. Bunu milli borç olarak görüyorum. Şimdilerde ödül alıyoruz, sağolun siz de takdir ediyorsunuz ama geriye dönüp baktığımda hiçbir şey yapamamışım diyorum.

Kendi hikayemizi anlatıyorum

50 eserle veda hutbesi50 eserle veda hutbesi

$
0
0

Akademisyen Salih Tuğ, siyasetçi Recai Kutan ve iş dünyasından Turan Güngen ve İdris Yamantürk. Seksenli yaşlarında bu dört çınar bundan tam 50 yıl önce iş, akademi, bürokrat ve fikir dünyasından 41 arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Milli Kültür Vakfı’nı (TMKV) kurdular. Bugün ise hayatta yalnızca dört arkadaş kaldı. Ama yaptıkları çalışmalar, yetiştirdikleri gençlerin başarıları Türkiye’nin son 50 yılına imza attı. Türk milletinin geleceğine, ülke kalkınmasına sadece maddî açıdan bakılması ve böyle telâkki edilmesindeki eksikliğin farkında olan bu adamlar maddî kalkınmayla birlikte manevî değerlerin de korunmasını ve ihyasını hayatın vazgeçilmezi olduğunun farkındaydılar. Manevî kimliğe sahip 41 gönüllü maddî varlıkları yanında akıllarını, fikirlerini ve mesailerini de vakfederek TMKV çatısı altında bir araya gelmişlerdi. Kuruluş hikayesinin ayrıntısını vakfın Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Selim Akiş’ten dinliyoruz: “Türkiye Milli Kültür Vakfı’nın ilk nüvesi, Ali Neyzi Bey’in annesi Nezihe Neyzi hanımefendinin cenazesinde atılmıştı. Elektrik Mühendisi Selahattin Üzel, vakıf düşüncesini tıp doktoru Cevat Babuna’yla paylaşmış. Babuna, Üzel’in teklifini Avukat Muzaffer Somay ve Sabahattin Zaim’e anlatır. Bir heyet halinde Ankara’ya giderek dönemin Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli’yi ziyaret ederler. Ferruh Bozbeyli faydalı olacağına inandığı, bildiği arkadaşlarını tavsiye eder. Bunlardan biri de DPT müsteşarı olan Turgut Özal’dır. Ayrıca Rıdvan Dedeoğlu, İdris Yamantürk, Hulusi Çetinoğlu, Recai Kutan, Feyyaz Nemlioğlu da ekibe dahil olurlar. Vakıf senedi ve kurucuların netleştiği, 31 Mart 1969’da kurucu üyelerden Avukat Muzaffer Somay tarafından vakıf resmi olarak kurulur”

Yönetim Kurulu toplantılarından bir kare.

60 DARBESİNDEN SONRA

“Ülkemizde 1950’li yıllardaki iktisadî kalkınma hamleleri, yeni bir sosyal yapının şekillenmesi ve fikir dünyamızda yeni gelişmelerin yaşandığı bir zemini gündeme getirmiştir. Ama bu süreç, 1960 darbesi ile sekteye uğramıştır” diyen Akiş o günün şartları ve koşullarında kurulan vakıfla ilgili şunları söylüyor: “ Ülkenin bu yeni gidişatında üretim yapacak alanı kaybeden aydınlar topluluğu, gayretlerini sivil toplum kuruluşları ile açığa çıkarma yoluna giderler. Böylece manevi değerleri önceleyen, ekonomik kaygıların yanında sosyal kalkınmanın da önemine haiz, dernek ve vakıflar gibi sivil toplum kuruluşları ülke topraklarında filizlenmeye başlar. Bunlardan birisi de bizim vakıf olur.”

Vakıf çalışmalarına, ÇBS topluluğu kurucularından Abdülkadir Çavuşoğlu‘nun tahsis ettiği Karaköy ÇBS binasında başlamış. Kurucularından Saffet Kozluca‘ya ait Eminönü‘ndeki Yeni Kozluca Han‘da uzun yıllar faaliyetine devam etmiş. 1998 yılından bu yana da Eyüp‘te yaptırılan “Kültür Evi”nde vakıf senedinde taahhüt ettiği hizmetlerini devam ettiriyor.

Bugün Eyüp Sultan merkezde Türkiye Milli Kültür Vakfı gönüllüleri, kuruluşlarının 50. Yılını bir dizi etkinliklerle kutlamak için hummalı bir çalışma yürütüyor. 2-3 Kasım tarihlerinde Zeytunburnu Kültür Merkezi’nde alanında uzman isimlerin katılacağı “Veda Haccı ve Hutbeleri” ana temalı sempozyumun yanında aynı temalı eserlerin yer aldığı bir de hat sergisiziyarete açılacak.

37 HATTAT YAZDI

37 Hattat ve 26 tezhip sanatçısının Veda Hutbelerinden seçilen metinleri yazdığı 50 eser 50.yıla özel hazırlandı. Sempozyum boyunca sergilenerek ziyaretçilerin beğenisine sunulacak olan bu eserlerden tıpkıbasım suretiyle hazırlanan levhalar ise katılımcılara ve ziyaretçilere takdim edilecek. Yine bu faaliyetler kapsamında özel olarak hazırlanan, Veda Haccı’nı gün gün çeşitli ayrıntılarıyla anlatan ve Veda Hutbesi’nin en geniş versiyonlarından birini içeren bir kitap da sempozyuma katılanlara hediye edilecek.

TMKV Genel Müdür Yardımcısı M. Selim Akiş hazırladıkları hat levhalarından birinin tıpkıbasımını gazetemize hediye etti (üstte). Vakfın 50. Yıl sempozyumunda Salih tuğ açılış konuşmasını yapacak. (yanda)

***

Salih Tuğ

BİRLİK VE BERABERLİK ADINA

Türkiye’nin tarihi geçmişiyle, gelenek ve göreneklerle bağı koparmadan geleceği inşa etmek adına 1969 yılında kurulan vakıf bugüne kadar sayısız faaliyet gerçekleştirdi. Binlerce akademisyene ve öğrenciye burs sağladı. Şimdi ise 41 kişinin kurduğu vakıf 50. yılında Peygamber Efendimizin Veda Hutbelerindeki tavsiyelerle aslında geleceğin Türkiye’sine sesleniyor. Akiş de bu konuda şunları söylüyor: Bildiğiniz gibi Peygamber efendimiz insanlığa son hatırlatmalarını veda haccı esnasında yaptı. Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde bu hatırlatmaların toplumumuz için çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Salih Tuğ ve Raşit Küçük hocamızın başkanlığında düzenleyeceğimiz sempozyumda kardeşlik, aile hukuku, iktisadi, hukuki, insan hakları gibi bir çok konu bu alanda çalışma yapmış akademisyen tarafından işlenecek.“

  • 41 dava insanı
  • Turgut Özal vakfın başkanlığını da bir dönem yapmış.
  • 40. yılı için Türk Milli Kültür Vakfı’na emek verenlerin hayat hikayelerini kaleme alan önemli bir çalışmaya vakıf olarak imza atılmıştı. Vakfa hizmette bulunanlardan Turgut Özal, Samiha Ayverdi, Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Necip Fazıl Kısakürek, Mahir İz, İsmail Kahraman, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Cahit Okurer, Hekimoğlu İsmail, Şule Yüksel Şenler, Prof. Dr. Erol Güngör, Metin Eriş, Prof. Dr. Salih Tuğ, Muzaffer Somay, Selahattin Üzel, Cinuçen Tanrıkorur, Cevat Babuna, Ahmet Aydın Bolak, Uğur Derman, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Ahmet Kabaklı, Hulusi Çetinoğlu, Ferruh Bozbeyli, Prof. Dr. Mustafa Köseoğlu, Turgut Cansever, Galip Erdem, Fuat Sezgin, Yücel Çakmaklı, Saffet Kozluca, Prof. Dr. Orhan Okay, Prof. Dr. Ali Özek, İdris Yamantürk, Sabri Ülker, Fethi Gemuhluoğlu, Yusuf Türel, Mehmet Niyazi Özdemir, Tarık Buğra ve Prof. Dr. Süleyman Yalçın gibi isimleri sayabiliriz.. Simdi ise hayatta olanlarla yapılan nehir söylesilerle kitap çalışmasına devam ediliyor. Kitaplar 2020 yılında okurla buluşacak.
  • Dört ana başlıkta veda hutbeleri
  • İki gün sürecek olan sempozyumun açılış konuşmasını Salih Tuğ yapacak. Salih Tuğ’un ardından Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bir konferans verecek. Mehmet Görmez’in de bkonuşma yapacağı sempozyuma Ali Bardakoğlu, Mustafa Özel, Recep Şentürk, Adem Apak, Mustafa Sabri Küçükaşçı, Adnan Demircan, Huriye Martı, Raşit Küçük, Ahmet Murat Özel, Mustafa Çağrıcı gibi isimler tebliğlerini sunacak. Dört oturumda gerçekleşecek olan sempozyumda konu başlıkları şöyle: Veda Hutbelerinde İnsan Toplum Hukuk ve İktisat, İslam’dan Önce Hac, Hz. Peygamberin Haccı ve Veda Hutbeleri, Veda Hutbelerinde Din ve Ahlak.
  • Hat ustalarının kaleminden
  • Hz. Peygamberin veda haccı hutbeleri için yapılmış olan araştırmada elde edilen metinlerden milletlerarası yarışmalarda derece alan aynı zamanda dönemimizi yansıtan 37 hat sanatçısı ve 26 tezhip sanatçısı tarafından 50 levhalık hat koleksiyonu hazırlandı. Hasan Çelebi, Ali Toy, Davut Bektaş, Mehmet Özçay gibi isimlerinde bulunduğu sanatçılar yer aldı.

Müdahale olmazsa zaten birlikteyiz

Viewing all 33047 articles
Browse latest View live