Quantcast
Channel: Yeni Safak - Aktüel
Viewing all 32767 articles
Browse latest View live

Uçan halıda hem müzik hem masal varUçan halıda hem müzik hem masal var

$
0
0

Zeynep Betül Akyıldız çocukluğundan bu yana müzikle iç içe yaşayan bir genç bir kadın. Kadınlara özel konserler veren bir grubu var, aynı zamanda Uçan Halı Sakinleri adında bir grup arkadaşıyla da hem yetişkin hem de çocuklara masallar anlatıyorlar. Ancak Akyıldız’ın son zamanlarda farklı bir heyecanı da var. İstanbul Devlet Konservatuarı Opera ve Şan bölümünden mezun olmak üzere. Bölümünün ilk başörtülü öğrencisi olan Akyıldız, “Rahat hissettiğim tek yer konservatuar binası” diyor.

Müzikle ilgilenmeye ne zaman başladın?

Gözlerimi dünyaya açtığım andan itibaren evimizde müzik hep vardı. Dedem bir müezzin, aynı zamanda tasavvuf musikisi üzerine çalışıyordu. Ben doğduğumda kendi besteleri, kurucusu olduğu bir ilahi grubu vardı. Öyle olunca da konuşmaya başlar gibi şarkı söylemeye başlıyorsunuz, Üç yaşındayken dizime usül vurup ilahiler, şarkılar söylüyordum. Büyüdükçe müziğe olan ilgim ve kabiliyetim arttı. Ancak ailemin bu durumdan hem hoşnut hem de tedirgin olduğunu hissetmeye başladım.

Nasıl yani?

Müzik hakkında Müslüman ailelerde genel düşünce “kontrol edemeyeceğin, kaygan bir zemin” şeklinde oluyor. Böyle hissedilmesine de anlayışla yaklaşmak lazım, o zamanlar müzik bir Müslüman için sakıncalı bulunabilecek ortamlara girmeyi gerektirebiliyordu. Hele bir kız çocuğunun müzik yapmasının hiçbir yolu yok gibiydi. Böyle olunca bende de içten gelen bir çekince oluşmaya başladı. Ama müzik benim için yapmasam da olur diyebileceğim bir şey değil, içimden gelen bir şeydi. Bir alternatif olmalıydı.

Bu alternatifi bulmuş görünüyorsun...

Liseyi bir kız lisesinde okudum. İyi ki de okudum! O yıllarda gitar çalan bir sınıf arkadaşımla müzik yapmaya başladık, okulda 4 yıl boyunca konser verdik. Bu süreçte çok şeye tanık oldum, çok şey öğrendim. Kızların konser sırasında içten eşlikleri, ortamdaki samimi enerji ve çok hızlı oluşan çok başka türden bir dayanışma... Kadın kadına yapılan müziğin enerjisinin bambaşka olduğunu gördüm. Bu benim için önemli bir keşif oldu. Müzikle olduğu gibi hikayele ve performans sanatlarıyla da ilgileniyordum, bunları sanat terapileriyle birleştirme niyetiyle Şehir Üniversitesi’nde Psikoloji Bölümü’ne başladım.

Yalnız değil, beraber olmak istedin sanırım...

Kesinlikle. O enerjiyi birlikte yeniden yakalamak istedim. Büyüdükçe birbirinden çok farklı çevrelere girip birbirinden farklı çok insanla tanıştım. Yıllar sonra üniversiteme biri keman, biri piyano çalan iki müzisyen öğrenci kaydoldu: Gülnihal Aydınlı ve Münevver Sueda Kocatürk. Bir gün Münevver’le koridorda karşılaştık ve konuşmaya başladık. O diğerlerinden farklı olarak heyecanla dinledi.

ARYALARLA TÜRKÜLER HAVADA UÇUŞUYOR

Akşam grubu böyle mi çıktı ortaya?

Evet, 3 kadının güçlerini birleştirmesiyle çıktı. Münevver Gülnihal’le konuşmuş ve bir akşam üçümüz ilk defa buluştuk. Ben anlattım, onlar dinledi; onlar anlattı, ben dinledim ve birlikte yoğurduk. Üçümüzün de dışarıda yaptığı müzik çalışmaları vardı, biz buna ek olarak kadınlar için yeni bir sosyal alan oluşturacaktık. “Gündüz buluşamıyorsak akşam yaparız, kısırımız yoksa müziğimiz var” diye bir laf icat ettik ve öyle yaptık. Grubumuzun ismi “aKşam grubu” oldu, başlattığımız müzik hareketine de “aKşam müzik hareketi” dedik. Eski “gün” geleneğinin modern bir yorumu da diyebiliriz, adımız buradan gelsin, bu güzel kadın geleneği farklı bir şekilde devam etsin istedim. Zamanla grup büyüdü.

Kadınlardan nasıl tepkiler alıyorsun?

Başlattığımız şey kadınlar tarafından çok hızlı şekilde sahiplenildi, sanki herkes yıllardır böyle bir şeyi bekliyor gibiydi. Hiç tanışmıyorken yan yana oturabilmek. Birbirimizi dinleyebilmek. Aynı şarkıya birlikte eşlik edebilmek. O kadar çok kadın bize ulaştı, “Benim de hayal ettiğim bir şeydi bu!” diye mesajlar attı ki anlatamam... Repertuvarımızın çeşitliliği de bundan. Biz aKşam altında buluşan yüzlerce kadın olarak çok farklı backgroundlardan geliyoruz, birbirimizden çok farklıyız ama farklılıklarımız bir araya gelmemizin önünde bir engel olmuyor. Aksine, olagelen şey çok kıymetli bir buluşma oluyor, hatta bu güzel çeşitliliğimizi vurgulamak adına da çok renkli bir repertuvar hazırlamayı tercih ediyoruz. O yüzden konserlerimizde aryalarla türküler havada birlikte uçuşuyor.

Peki opera macerası nasıl başladı?

Ses dediğimiz şey, bir titreşim. Ve bedenimiz, bizim enstrümanımız. Bu titreşimi yönetme süreci farklı dinamiklere sahip, emek isteyen bir süreç. Ben, enstrümanımı daha iyi tanımak için yıllarca kendi kendime çalıştım, normal şarkılarda kullanamayacağım tizlikte sesler çıkarıyor, bu seslerle ne yapacağımı bilemiyor, öğrenmek için yanıp tutuşuyordum. Böylece 2016 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na başvurmaya karar verdim. Bu süreçte müzik öğretmenlerimin bazıları başörtülü olduğum için kötü sonuçlarla karşılaşabileceğimi söyledi. Ama ben böyle varsayımlarla yaşayan bir insan değilim doğrusu. Gerçekten okul öğrencisi olduktan sonra da hiçbir olumsuz durumla karşılaşmadım.

Tasavvuf veya sanat müziği değil de neden opera?

Ben zaten ailem sayesinde bu alanlar ve göğüs sesinin kullanımı hakkında bilgi sahibiydim. Ancak opera, kafa tekniğiyle ses ürettiğin koca bir frekans alemi. Beden ve hisler üzerinde müthiş bir kontrol süreci. Ben fırsat bulursam bu teknikleri deneyimlemek, farklı sesler üretmeye devam etmeyi çok isterim.

Zorlayan yanları oldu mu?

Olmaz mı! Bir opera öğrencisi olarak en zorlandığım şey ses çalışmak. Özellikle diğer okulumda olduğum zamanlarda insanları rahatsız etmeden çalışmak zorlaşabiliyor. Opera çalışırken çok yüksek frekansta seslerle çalışıyorsunuz. Bir defasında bir güvenlik nefes nefese çalıştığım sınıfın kapısını açtı ve beni gayet sakin görünce şaşırdı. “Afedersiniz, biri ağlıyor zannettim” deyip çıktı. O yüzden rahat ettiğim yegane yer konservatuvar binası.

Ev oturmlarında müzik yaptım

Ailenden de sana destek oldular sanıyorum. Süreç nasıl kadın kadına müzik yapmaya geldi?

Üniversiteye başlamamla birlikte enstrüman öğrendim, birbirinden çok farklı kültürleri olan çevrelerle tanışmaya başladım. O sıralar annem ve arkadaşları birkaç haftada bir ev buluşmaları düzenliyor, çay demleyip sohbet ediyor, sonra da benden müzik yapmamı istiyorlardı. Annelerin ev oturmasında müzik yapmak tüm müzisyenlerin ortak kaderi olabilir!

Fakat ben aksine bundan çok ayrı bir lezzet aldım. Tıpkı lise konserlerimde olduğu gibi. Bu beni çok etkiledi, eski lise konserlerindeki enerjiyi anımsattı ve hemen lisedeki arkadaşıma ulaştım, yeniden buluşup yine konserler vermeyi teklif ettim, bu sefer okul konseri değil, kadınlar için hazırlanmış büyük konserler... Ama arkadaşım maalesef heyecanlanmadı, “Kim gelir ki?” dedi. Süreçte gerçekten yalnız hissettiğim dönemler oldu. Bir şeyi ha deyince yapamıyorsunuz. Ben de bu sırada hayali kafamda iyice evirip çevirdim.

HEM YETİŞKİNLERE HEM ÇOCUKLARA

Bir de bir grup genç olarak Uçan Halı Sakinleri’nde masal anlatıcılığı yapıyorsunuz? Masal anlatmanın sizdeki karşılığı nedir?

Müzik ve hikaye anlatıcılığı benim için Edi ile Büdü! Hikaye anlatıcılığı, geleneksel bir sanatımız. Yazının olmadığı zamanlarda, insanların kuşaktan kuşağa aktarım yaptıkları bir sözlü kültür geleneği, tıpkı türküler gibi. İmgeleri önce görme, sonra dinleyicilere gösterme sanatı. Müzikle olduğu gibi hikaye ve anlatıcılıkla da ilgileniyordum ve üniversitede ben de bu yolda yürümeye, bir hikaye anlatıcısı olmaya karar verdim. Şimdi bu niyetle oluşan “Uçan Halı Sakinleri” isminde bir topluluğumuz var. Topluluğumuzun üyeleri çok farklı mesleklerden, ama bizi buluşturan ortak nokta gönüllüce buluşmak, hikaye anlatmak oldu. Her yıl katılmak isteyenler için bir çağrı yapıyoruz, ben de anlatıcı koçluğu yapıyorum. Hem yetişkinlere hem de çocuklara masallar anlatıyoruz.


Hamburgerin sırrı sadelikteHamburgerin sırrı sadelikte

$
0
0

Lezzetli bir hamburger en son ne zaman yediniz? Eti dinlendirilmiş, fazla baharata veya sosa bulanmamış, ne ararsanız içinde olmayan, etin tadını alabildiğiniz sade ama leziz bir hamburger... Böylesini bulmak her zaman kolay olmayabilir. Bu hafta sizler için tam da böyle bir mekandaydık. Etiler'in çiçeği burnunda burgercisi Gürbulak Burger'in hikayesini anlatacağız bu kez. Mekanı üniversite yıllarında tanışan iki arkadaş açmış, Mevlana M. Gürbulak ve Hasan Bayhan. Gürbulak, daha çok işin mutfağında, Bayhan ise finans kısmını idare ediyor. Yaklaşık üç dört yıl evinde misafirlerine hamburger ve ızgaralar hazırlayan Gürbulak, arkadaşlarının "Bir dükkan aç. Biz de istediğimiz zaman gelip, yiyelim. Arkadaşlarımızı da getirelim" ısrarlarına dayanamayarak Gürbulak Burger'i tüm misafirlerine açıyor.

REZERVASYON ŞART

Gürbulak Burger'in çalışma sistemi diğer restoranlardan farklı. Mekan hafta içi 18.30'dan 22.00'a kadar hizmet veriyor. Hafta sonları ise 14.00'dan 22.00'a kadar açık. Mekan kapasitesinden dolayı rezervasyonla konuklarını ağırlıyorlar. Gitmeden evvel sosyal medya veya telefon üzerinden iletişime geçmenizde yarar var. Bazı ufak teknik bilgilerden sonra yediğimiz burgerlerin lezzetinden bahsedebiliriz. Etin tadını almak isteyenler için son derece ideal bir yer Gürbulak Burger. Gürbulak hamburgerlerin sırrını "Gizli bir formül veya sır yok. Temiz ve seçkin bir et kullanıyorum. Çoğu burgercinin maliyetinin bir buçuk iki katı. Ama belli bir standardı olan et. Sadece tuz ve karabiber katıyorum. Katkı maddesi yok. Çok az sos kullanıyoruz. Sosa bulamıyoruz köfteyi. Baskın tatlar yok. Domates, marul, turşu filan da yok. Karamelize soğanı bir buçuk saat kısık ateşte pişirerek hazırlıyoruz, soğan kendi şekerini salıyor. Burger köftesine baharatı katıp şekil verdikten sonra bir saat dolapta dinleniyor. Sonra pişirmeye hazır hale geliyor. Ben genelde bir gün önceden tüm bu hazırlıkları yapıyor, dükkana geldiğimde de pişirip servis ediyorum" sözleriyle açıklıyor.

Beş ayrı özel kasabım var

Çok uzun yıllardan beri farklı kasaplardan et aldığını söyleyen Mevlana Gürbulak, "Beş ayrı kasabım var ama hamburger etini aldığım kasap farklı. İnsanlar sıradan hamburger yerine özel hazırlanmış, belli lezzeti olan bir hamburger yesinler istiyorum. Donmuş patates kullanmıyoruz mesela. Her gün soyup, doğrayıp kızartıyoruz" diyor. Evde misafire yemek hazırlamakla restoran işletmek elbette birbirinden farklı. Gürbulak bu farkı şöyle anlatıyor: "Evde birini misafir etmek kolay. İnsanlar nezaket gereği de olsa yaptığınız yemeği çok eleştirmezler. Ama restoranda verdikleri paranın hakkını almak isterler. Ben de bu yüzden müşteri memnuniyeti için her masayı tek tek ziyaret edip fikirlerini alıyorum."

Şanlıurfa asırların lezzetini taşıyorŞanlıurfa asırların lezzetini taşıyor

$
0
0

Dünya tarihi açısından büyük önem taşıyan Anadolu’nun her bir şehri, ayrı ayrı kültür hazineleri barındıran birer eşsiz sandık gibidir. Göbeklitepe’den şöyle bir çevreye baktığımızda, gastronomi kenti Gaziantep, taş binalarının görkeminde Mardin ve peygamberler şehri Şanlıurfa bütün zenginliğiyle gözümüze çarpar. Dünyanın ilk çağları burada şekil almış, ilk yapılar, ilk icatlar ve elbette ilk yemekler bu coğrafyada yapılmıştır. Şanlıurfa, Hz. İbrahim’in doğduğu şehir olarak bilinir. Yine Babil hükümdarı Nemrud tarafından bu şehirde ateşe atılmıştır. Şehir, asla misafirsiz kalmayan ve “halil” namını hak etmiş Hz. İbrahim’in olduğu kadar, Hz. Lut, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Eyüp, Hz. Elyesa, Hz. Şuayb, Hz. Musa’nın da bir dönem yaşadığı şehirdir. Ayrıca Hz. İsa bu şehrin kutsiyetini ifade etmiştir.

KÖKLÜ YEMEK KÜLTÜRÜ

Bugün, Hz. İbrahim’in doğduğu Halil’ürrahman gölü yanındaki Mevlid-i Halil mağarasından çıkan su en değerli sulardan biri sayılır ve Ramazan ayında Şanlıurfalılar mümkün oldukça bu su ile iftar ederler. Hz. Yakup, babasının vasiyeti üzerine Harran’a gelmiş ve 15 yıl kadar burada yaşamıştır. Bu süre içinde Hz Yusuf, Harran’da dünyaya gelmiş. Yine Hz Musa, Mısır’da bir Kıptiyi öldürdükten sonra firavunun zulmünden kaçtığında 10 yıl boyunca Hz. Şuayb’ın köyünde, Şanlıurfa’nın 85km doğusunda yer alan eski çağ kentlerinde yaşamıştır. En çok Balıklı Göl ile bildiğimiz Şanlıurfa’nın adı da bu gölden gelmekte ve daha da etkileyici olan, Balıklı Göl’ün tıpkı Göbeklitepe gibi 12.000 yıllık bir inanç merkezi olması. Eski çağlarda bu bölgede nasıl bir hayat vardı, insanlar ne yer ne içerdi, o gözler neleri görürdü… İşte bunlar için bir ipucu da Haleplibahçe mozaikleridir. Dünyanın ilk üniversitesinin de kurulduğu bu topraklar, elbette yemek kültürüyle de köklü, mistik ve binlerce yılın lezzetini taşımakta. En kısa zamanda, ülkemizin bu değerli kültür hazinelerini görmek için Şanlıurfa’yı ziyaret edelim. Sağlıklı, mutlu pazarlar dilerim.

YUMURTALI KÖFTE

MALZEMELER

- 100 gram isot

- 5 yumurta

- 1 su bardağı bulgur

- 1 tatlı kaşığı salça

- Bir fiske tuz

- Bir fiske karabiber

- Bir fiske karanfil

- Bir fiske tarçın

- 2 diş sarımsak

- Bir kuru soğan

- Yarım bağ maydanoz

- 3-4 dal yeşil soğan

- 1 yemek kaşığı sadeyağ

YAPILIŞI

Yumurtaları sadeyağ ile karıştıra karıştıra iyice pişirelim. Bulgur, isot, salça, sarımsak, ince kıyılmış soğan ve baharatları az su ilave edip yoğuralım. Pişmiş yumurtayı ve kıyılmış yeşillikleri ilave edip tekrar yoğuralım. Çiğ köfte gibi şekil verip servise alalım. Afiyet olsun.

SOĞAN AŞI

MALZEMELER

- 250 gram kemikli et

- 2 su bardağı nohut

- 300 gram arpacık soğanı

- Bir su bardağı köftelik bulgur

- 200 gram koyun sırt etinden kıyma

- 100 gram isot

- 3 yemek kaşığı un

- Bir tatlı kaşığı tuz

- Bir fincan sıvı yağ

- 2 yemek kaşığı salça

YAPILIŞI

Nohutları bir gece önceden ıslatıp süzelim. Kemikli et, salça ve nohutu bir tencerede kavuralım. Ayrı bir yerde kıyma, köftelik bulgur, isot, tuz ve un ile köfte hamurunu yoğuralım. Misket büyüklüğünde köfteler yapıp yağda kızartalım. Eti tencereden çıkartıp kemiklerinden ayıralım. Soyduğumuz soğanları tencereye ilave edip kavuralım. Soğan, et, salça ve nohuta su ekleyip pişirelim. Servise alırken üzerine köfteleri ekleyelim. Afiyet olsun.

*Asıl tarifte kullanılan soğana, “küçük soğan”anlamında kıska ekleniyor. Ben anlaşılması daha kolay olsun diye tarifte arpacık soğanı kullandım.

Yeşilçam'ın çınarları aynı çatı altında yaşıyorYeşilçam'ın çınarları aynı çatı altında yaşıyor

$
0
0

Türkiye'nin ilk ve tek Sanatçı Yaşam Evi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Darülaceze Müdürlüğü tarafından, 2011'de açıldı. 11 kadın ve 19 erkek olmak üzere toplam 30 sanatçının bulunduğu Sanatçı Yaşam Evi'nde Türk Sineması ve tiyatrosunun önemli baş yapıtlarında rol almış bir döneme damga vurmuş sanatçılar yaşıyor.

Son iki yıldır Sanatçı Yaşam Evi'nde yaşadığını belirten Meral Küçükerol, "Burası İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı. Buradan çok memnunum ve her şey çok güzel. Gün içinde kültürel ve sosyal birçok faaliyetimiz oluyor. Bir hayvansever olarak burada kedilerle ilgileniyor, onları besliyorum. Kendimi kedilere adadım. Böyle mutlu mesut yaşıyoruz. Bu zamana kadar hep yalnız yaşadım. Yalnızlıktan nefret ederim. Burada sanatçı arkadaşlarım, güzel dostlarım var. Onlarla bir arada hoşça vakit geçiriyoruz" dedi.

Sanat aşkı hukuk fakültesini bıraktırdı

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3'üncü sınıf öğrencisiyken sanat aşkı nedeniyle konservatuara gitmeye karar veren usta oyuncu Atilla Pekdemir sınav zamanı turnelerde olduğu için okulu bırakmak zorunda kaldığını söyledi. 1963'te tiyatroyla birlikte sanat hayatının başladığını anlatan Atilla Pekdemir, "Hemen hemen oynamadığım tiyatro kalmadı. Tiyatroya profesyonel olarak 'General Çöpçatan' ve 'Generalin Aşkı' oyunları ve Münir Özkul ile birlikte başladım. Hala tiyatro aşkım devam ediyor. Sinema filmlerinin çoğunu Zeki Alasya, Metin Akpınar ve bizim kadroyla birlikte Devekuşu Kabare tiyatrosuyla çektik. Onun haricinde Eşkıya, Devrim, son zamanlarda Düğün Dernek'te oynadım. En son TRT'de Adını Sen Koy dizisinde oynuyordum. Çocuklar beni hala Selena dizisinden tanıyor. Yolumu kesip 'Muktedir Amca, Muktedir Amca' diye sesleniyorlar" ifadelerini kullandı.

Atilla Pekdemir

Pekdemir, Sanatçı Yaşam Evi'nde kalmayı tercih etmesinin sebebini ise şu sözlerle açıkladı: "Burada yaşayan arkadaşlar benim '100 yıllık' diye tabir edebileceğim can ciğer sanatçı arkadaşlarım. Bir gün Meral Küçükerol'u ziyarete geldim. Baktım ki burada çok güzel bir yaşam var. Burası gerçekten bir yaşam evi. Buraya gelince çok şaşırdım. 5 yıldızlı bir otel gibi. Her sabah tansiyonumuzu ölçüyorlar. Sağlığımızı kontrol ediyorlar. Ben bunları gözlemledim. Her şeyden önce sağlıkla ilgileniyorlar."
Her gün sağlık kontrolleri yapılıyor

Bizimkiler, Yeditepe İstanbul, son olarak da Çukur gibi popüler dizilerde rol alan Hikmet Karagöz, felç geçirdikten sonra Sanatçı Yaşam Evi'nde kalmaya başladığını söyledi. Karagöz, "1964 yılında 18 yaşında profesyonel oldum. Haldun Taner'in 'Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım' oyunuyla profesyonel hayata başladım. Uzun yıllar Bodrum'da yaşadım. Zaten tüberküloz atlatmıştım. Oradayken sol bacağıma felç geldi. Ben nereye bacak oraya durumuna geldim. Sonra buraya gelmemi söylediler. Burası çok güzel hastanesi, hemşireleri var. Her gün sağlık kontrolümüz yapılıyor. Kızım da onay verdi. Beni buraya yerleştirdiler. Ben şimdi çok memnunum" dedi.

Hikmet Karagöz

Amerika'ya çağırıldım

Mahallenin Muhtarları'nın Kemikkıran Kadriyesi Sanatçı Yaşam Evi'nde hayatını senaryo okuyarak geçtiğini ifade eden Mehtap Anıl, “Beni fotoromana seçtiler. Fotoromanın ardından hemen bir film teklifi geldi. Ayşecik Zeynep Değirmencioğlu ile birlikte. Sık sık film teklifleri aldım. Her tiplemeyi yaptım. Her milletin şivesiyle birlikte muvaffak oldum. Burada monoton bir hayat var. Odanda oturuyorsun, televizyon seyrediyorsun, senaryo okuyorsun. Burada bir iki tane film yaptım. Fakat burasını Darülaceze olduğunu biliyorlardı. Amerika'ya çağrıldım ama uçağa binemediğim için vazgeçtim. Sonra onlar da bana 'zaten biz Darülaceze'den oyuncu alamayız' dediler. Senaryo da yukarıda. Bu bana çok koydu. Bu kadar anlayışsız filmci olursa diğer insanlar ne yapar" diye konuştu.

Mehtap Anıl da (en sağda) meslektaşlarıyla birlikte yaşıyor.

Çölde Av saraylı oluyorÇölde Av saraylı oluyor

$
0
0

Yeniköy’de bulunan meşhur Sait Halim Paşa Yalısı’nda bugünlerde hareketli saatler yaşanıyor. Milli Saraylar’ın envanterinde yer alan ve oryantalist tablolarımız arasında en büyüğü olarak kayıtlara geçen ressam Felix Auguste Clement tarafından yapılan Çölde Av, ikinci defa bir yolculuğa çıkıyor. Biz de bu zorlu yolculuk öncesi yalıya gidip tablonun Kahire’den İstanbul’a uzanan 154 yıllık hikayesini dinledik.

Tabloda ortada duran kişi Kavalalı Ali Paşa önde soldan ikinci kişi ise tabloyu yapan Clement.

Fransız ressam Félix-Auguste Clément ait olan ‘Çölde Av’ tablosu, çerçevesi dahil 4.62x 7.75 santimetrelik boyutuyla dünyanın sayılı eserlerinden biri. 1865 tarihli tabloda, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın da yer aldığı on üç kişilik bir avcı grubunun, çölde ceylan avı sonrası dinlenmesi ve avla meşgul olması yansıtılıyor. Milli Saraylar İdari Başkanlığı Başkan Yardımcısı Ahmet Çapoğlu’nun anlattıklarına göre tablo Kavalalı Ali Paşa’nın himayesinde olan ressam Clemant tarafından Mısır Kahire’de 1865 yılında yapılmış 1878 yılına kadar da burada bir sarayda kalmış. Kavalalı Ali Paşa’nın oğlu Prens Abdulhalim Paşa kendi adına Yeniköy’de bu meşhur yalıyı yaptırmış. Ölümünden sonra da oğlu Sait Halim Paşa oturduğu ve oldukça ünlü olduğu için onun adıyla yalı anılmaya başlamış.Tablo da yalı yapıldıktan sonra taşınarak İstanbul’a getirilmiş. Peki o dönemde bu taşıma işlemi nasıl yapılmış? Çapoğlu yalının bugüne kadar yangınlar ve yağmalar geçirdiğini ve ilk taşınmasıyla ilgili bilgilerin de büyük bir ihtimalle bu tantanada kaybolduğunu düşündüklerini söylüyor. Çünkü bu konuda bir belgeye henüz ulaşılmamış. Belgeler kaybolsa da bugüne kadar yangın, baskın, restorasyon gibi pek çok badireyi zarar görmeden atlattığı için Çölde Av ‘efsunlu tablo’ olarak nitelendiriliyor.Efsunlu yönüne bir ekleme de Çapoğlu’ndan geliyor:”Her felakete rağmen sapasağlam kalmasının yanında at resmine dikkat ederseniz odanın hangi tarafında olursanız olun bakışlarıyla sizi takip ettiğini görüyorsunuz. Bu da tablonun diğer efsunlu yanı. ”

UZMAN EKİP YERLİ

Eskiden bu tür büyük ve ince işler için yurt dışından uzman ekipler getirilirdi. Ama artık bu işler tersine döndü: Uzman ekip içerden. Taşınma da taşındıktan sonraki restorasyon çalışmalarını da Türk ekip yapacak. Büyük boyutlu tabloların rulo işleminde uzman danışman Filiz Kuvvetli’den destek alınmış. Ocak ayının ilk iki haftası tablo yüzeyinde koruma işlemi gerçekleştirilmiş. Tablonun rulo yapılabilmesi için özel makara sistemi imal edilmiş. Tablonun zarar görmeden taşınabilmesi için ahşap sandık üretilmiş. Hatta tablonun taşınmasıyla ilgili provalar da yapılmış ve tablo büyüklüğünde dev bir rulo, geçen hafta Milli Saraylar ekibi tarafından yerinden alınarak sorunsuz bir şekilde Resim Müzesi’ndeki yerine taşınmış. Tarihî tablo, planlanan takvimde bir aksilik yaşanmazsa yine rulo halinde, sandık içinde yarın Sait Halim Paşa Yalısı’ndan alınarak Resim Müzesi’ndeki yeni yerine getirilecek. Bu hazırlık aşamasını Milli Saraylar Tablo Atölye Sorumlusu Hatice Biga’dan dinliyoruz: “Bu tablonun ön çalışması için pek çok atölyemizden destek aldık, birlikte çalışıyoruz. Her türlü ön araştırma yapıldıktan ve tablo rulo haline getirildikten sonra boyalar zarar görmesin diye japon kağıdıyla yüzeyinde bir koruma tabakası oluşturduk. Böylece tablo hareket halindeyken boyaların yerinden kalkması önlenmiş olacak. Tablonun duvardan kopan sıvalardan zarar görmemesi için arkasına bir kumaş geçirilmiş şimdi son aşama olarak o kumaşı kaldırıp tablonun arkasına bakacağız eğer bir sorun çıkmazsa 28 Ocak günü taşınma işlemi gerçekleşecek.”

DEĞERİ DAHA DA ARTACAK

Milli Saraylar Resim Müzesi şefi Gülsen Kaya ise bir bölümünü açtıkları resim müzesinin ikinci bölümü için hazırlıkların devam ettiğini söylüyor ve oryantalist temalı tablolarla düzenlenecek ikinci kısmın ana tablosunun Çöldeki Av olacağını belirtiyor ve ekliyor:” Tablo üzerine bir takım çalışmalar yapıldı. Kimlerin tabloda olduğuyla ilgili ilk çalışmalar yapıldı tablo ilk kez sergilenmeye başlandığı zaman da özel turlar ve seminerler düzenleyeceğiz. Müzecilik anlayışında ezberi bozacak yeni çalışmalar yapmak istiyoruz. Ayrıca bu eser müzede sergilenmeye başlandıktan sonra değerinin daha da artacağı bir gerçek.”

Félix-Auguste Clément

Ava çıkanların hikayesi

Fransız ressam Félix-Auguste Clément’e ait olan ‘Çölde Av’ tablosu, çerçevesi dahil 4.62x 7.75 santimetrelik boyutuyla dünyanın sayılı eserlerinden biri. 1865 tarihli tabloda, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın da yer aldığı on üç kişilik bir avcı grubunun, çölde ceylan avı sonrası dinlenmesi ve avla meşgul olması yansıtılıyor. Tabloda aynı zamanda Kavalalı’nın yakın arkadaşı olan ressamın kendisi de yer alıyor. Mehmet Ali Paşa’nın torunu Sait Halim Paşa adıyla bilinen yalıda ilk monte edildiği yerde duran tablo, bugüne kadar yangın, baskın, restorasyon gibi geçirdiği birçok badireyi zarar görmeden atlatmasıyla ‘efsunlu’ olarak nitelendiriliyor.

Oryantalist tablolar sergilenecek

Türk halkı tabloyu bugüne kadar sadece televizyonda görmüş. Hem de meşhur Tosun Paşa filminde. Ama artık yeni yerinde ziyaret edilebilinecek. Ahmet Çapoğlu, önümüzdeki altı ayda restorasyonu biten ama çevre düzenlemesi devam eden Resim Müzesi’nin ikinci bölümünde oryantalist tabloların olacağını belirterek şu bilgileri veriyor: “Tablonun restorasyonu tamamlandıktan sonra sergilenecek. Şu an Beşiktaş’taki Resim Müzesi’nin ilk bölümünde 200 tablo sergileniyor. İkinci bölümde ise oryantalist tablolar bölümü açacağız.”

Isparta'da vahşet: Onlarca köpeğin kulağını kesip çöpe attılarIsparta'da vahşet: Onlarca köpeğin kulağını kesip çöpe attılar

$
0
0

Kış döneminde çöplük alanlara sokak hayvanları için yiyecek bırakan ISHAYKO Derneği üyeleri, ölü köpekleri görünce durumu Tarım ve Orman Müdürlüğü'ne haber verdi. ISHAYKO yetkililerinin, sorumluların bulunması adına adli makamlara suç duyusunda bulunulduğu öğrenildi.

Bölgede incelemelerde bulunan Tarım ve Orman Müdürlüğü ekiplerinin, hayvanların nasıl ve neden öldüklerinin belirlenmesi için numune alarak, laboratuvara gönderdiği belirtilirken, ISHAYKO Derneği’nin sosyal medya hesaplarından, "Yine vahşet, bu kez küpeli köpekler" başlığı altında görüntüler paylaşıldı.

"Isparta Yenişarbademli ilçesinde yavru, yetişkin demeden onlarca küpeli can vahşice öldürülmüş ve çöplüğe atılmış. Ölen köpeklerin küpesinin kesilmiş olması ve yeni kısırlaştırılmış olması bu hayvanların barınağı olan bir yerden atıldığının göstergesi. Bu hayvanların kimler tarafından öldürüldüğünün bulunması, konunun araştırılması ve cezasız kalmaması için Isparta Valimiz Ömer Seymenoğlu’nu göreve davet ediyoruz."

Ateşli silahlarla vurulan köpeklerin küpeleri ve kulakları kesldi.

Çoğu ateşli silahla vurulmuş

Bölgeye giderek incelemelerde bulunan ISHAYKO Derneği Başkanı Aynur Gül Asem şu açıklamayı yaptı:

  • "Yenişarbademli Belediyesi'nin çöplüğü de diğer çöplüklerden farksız. Burada ölü yavrular var. Maalesef burada kulağında küpe bulunan köpeklerin küpeleri kesilmiş ve buraya atılmış. Henüz olaylar çok taze. Çoğu ateşli silahla vurulmuş. Bu hayvanlar burada katledilmiş ve buraya atılmış. Bazılarının küpesini bırakın, kulağı da kesilmiş. Buradaki hiçbir hayvanın hastalıktan böyle olma şansı yok, hepsi de besili, hiçbir hastalık belirtisi yok. İlçelerdeki çöplüklere gittiğimizde hep aynı manzarayla karşılaşıyoruz. Aynı araçla 2-3 hayvanın boşaltıldığını görüyoruz ama daha altında ne olduğunu da bilmiyoruz. Hepsi yeni öldürülmüş köpekler var. Yine Yenişarbademli’de de onlarca vahşice katledilmiş can, maalesef çok üzgünüz. Dernek olarak bunu yapanların araştırılması; hayvana, insan sağlığına, doğaya zarar vermekten haklarında işlem yapılması için şikayette bulunduk. Bu vahşeti yapanların cezasız kalmaması için konunun takipçisi olacağız."

Yeşilçam'ın çınarları aynı çatı altında yaşıyor

19 dairesi 9 otomobili vardı

Trafik kazası geçiren oyuncu tekerlekli sandalyeyle sahneye çıktı

Sevgisini ve öfkesini söylemekten çekinmeyen şair: 'Nefi'Sevgisini ve öfkesini söylemekten çekinmeyen şair: 'Nefi'

$
0
0

Klasik Türk edebiyatının en önemli şairlerinden olan, Osmanlı'da dört padişahın saltanatına tanık olup devlet erkanının takdirini kazanan Nefi, vefatının 384. yılında rahmet ve minnetle anılıyor.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nazire Erbay, klasik Türk edebiyatının bir medeniyet edebiyatı olduğunu, bunda dil başta olmak üzere birçok kültürel faktörün etkisinin bulunduğunu söyledi. Nefi'nin de bu medeniyet edebiyatının oluşmasında rol alan önemli sanatkarlardan biri olduğunu vurgulayan Erbay, "Nefi'nin, Erzurum'un Hasankale, şu anki ismiyle Pasinler ilçesinde 1572'li yıllarda doğduğunu tahmin ediyoruz. Nefi, ilk öğrenimini biraz Hasankale civarında geçirdi, en büyük şansı Erzurum'a gelen Gelibolulu Ali ile tanışmasıdır" dedi.

Mahlasını Gelibolulu Ali verdi

Nefi'nin, edebi noktada kendini gösterme anlamında Gelibolulu Ali ile tanışmasıyla şansının döndüğünü ifade eden Erbay, "Asıl ismi Ömer olan Nefi, ilk olarak kendine 'Darri' mahlasını seçiyor. Gelibolulu Ali, bu, 'işe yaramaz' manasına geldiği için beğenmiyor. Sonra faydalı anlamına gelen 'Nefi' mahlasını seçiyor ve Gelibolulu Ali ona bu mahlası veriyor." diye konuştu.

Erbay, Nefi'nin daha sonra İstanbul'a giderek devletin çeşitli kademelerinde görev yaptığını belirterek, Nefi'nin Osmanlı sultanlarından 1. Ahmet, 2. Osman, 1. Mustafa ve en çok da 4. Murat zamanında kendini şairlik anlamında gösterdiğini dile getirdi.

"Sözünü sakınmayan şair"

Nefi'nin çok hareketli ve canlı bir hayatı olduğunu aktaran Erbay, konuşmasına şöyle devam etti:

  • "Sözünü ve gözünü budaktan sakınmayan bir şair. Dolayısıyla klasik Türk edebiyatında daha çok hicivleriyle, kasideleriyle öne çıkıyor. Nefi'nin hakikaten hicivlerindeki o ağır dilini, hatta babasını bile eleştiren dilini, gazellerinde son derece nahif, estetik ve lirik şekilde kullandığını söyleyebiliriz. Benim bu noktada bir serzenişim olacak. Nefi, eğer batı kültüründe yetişmiş, batıya mensup sanatkar olsaydı, sanırım çok çok farklı yeni nesillere tanıtılırdı. Neden? Çünkü Osmanlı edebiyatında ezber bilgi vardır. 'Osmanlı şairleri, sultanlara caize almak maksadıyla sadece eser ortaya koyarlar' düşüncesi hakimdir. Lakin Nefi öyle bir sanatkar ki bu kadar eser ortaya koyan birisi, devletin değişik makamlarında çok güzel caizeler alarak çok güzel yükselebilirdi. Ama Nefi, bunu tercih etmiyor, 4. Murat dahil olmak üzere babasını da hicveden şairdir."

Nefi'nin sözü çok iyi kullandığını anlatan Erbay, hiciv yazan şairin yeri geldiğinde fahriyeler ve methiyeler de kaleme aldığına işaret etti.

Babasını bile eleştiren şair

Erbay, her dönemin kendi şartlarında değerlendirilmesini isteyerek, "Nefi'nin hicivlerinde kimseye acımadığı söylenir. 'Babasını bile eleştiren şair' derler ama onun alt metnine baktığınız zaman babası Nefi'nin çocukluğunda onları terk edip gidiyor, Kırım Hanı'nın yardımcısı oluyor. Kendileri Anadolu'da fakirlik içinde yaşarken, babasının gidişi tabi büyük bir travma yaratıyor. Babasını da hicvetmesi bundan mütevellit." diye konuştu.

Övgüleri de yergileri de uç noktadaydı

Bu tür büyük sanatkarların kıymetinin bilinmediğinden yakınan Erbay, şunları kaydetti:

"Batılılaşma süreciyle 7 asırlık edebiyata olan bakışımız, hakikaten daha farklı olmuş. Neden? Çünkü bu edebiyat, medeniyet kurmuş bir edebiyat. Sen batılılaşma süreciyle batıya ait olanları eğer tabiri caizse monte etmeye çalışırsan o zaman yeni bir medeniyet ya da kurulmuş medeniyetin üzerine kiremitleri inşa edemezsin. Nefi, eserlerinden gördüğümüz kadarıyla çok yönlü bir sanatkar. Mesela Mevlana Celaleddin Rumi için şiir kaleme alması, Farsça şiirlerinde samimi bir tasavvuf tavrı ile mevlevi dedelerinden feyiz aldığını ifade etmesi, Arapça, Farsça bilgisi ve bu dillerde metinler ortaya koyması, hem lirik hem hiciv türünde eserler ortaya koyması ile çok yönlü sanatkardır. Nefi, övgülerinde de yergilerinde de uç noktada olan bir sanatkardır."

Doç. Dr. Erbay, Nefi, Baki, Usulü, Mesihi gibi bir çok sanatkarın, edebiyat tarihlerinde daha çok yer alması temennisinde bulundu.

Nefi'nin öz geçmişi

Erzurum'un Pasinler ilçesinde dünyaya gelen 17. yüzyıl klasik Türk edebiyatı dönemi şairlerinden Nefi'nin kesin doğum tarihi bilinmiyor ancak 1572 yılında dünyaya geldiği tahmin ediliyor.

Kaynaklarda ismi "Ömer Bey" ve "Nefi Ömer Efendi" olarak geçen şairin babası, Kırım Hanı'na nedimlik yapan Mehmet Bey'dir. Sihamı Kaza adlı hiciv mecmuasında şairin kendi babasını yerdiği şiirinde, babası Mehmet Bey'in Kırım'a giderek Han'a hizmeti dolayısıyla rahat yaşam sürdüğü ancak ardında bıraktığı Nefi ve ailesini yoksul ve korumasız bıraktığı anlaşılıyor.

Eğitim hayatına Pasinler'de başlayıp Erzurum'da devam eden ve iyi derecede Farsça bilen Nefi'nin nasıl öğrenim gördüğü bilinmiyor. Nefi'nin Fars diliyle yazdığı Divan'ı, onun üst seviyede öğrenim gördüğünün belgesidir.

İran edebiyatının tanınmış şairlerini takip eden Nefi, olgunluk döneminde "Anadolu'da şiir üstadı benim" iddiasıyla İran şairleriyle yarışır. Şairin "Nefi" mahlasının, Erzurum'da tanıştığı Gelibolulu Ali tarafından verildiği, Ali vasfında yazdığı "Sühan" redifli manzumesinde kaydedilmiştir.

Ölümüyle ilgili birçok rivayet var

Nefi, 1603'ten sonra Sultan 1. Ahmet'in saltanatının ilk yıllarında İstanbul'a gider ve hayatının yaklaşık 30 yılını burada geçirir. İstanbul'da devletin çeşitli kademelerinde memurluk yapan Nefi, dört ayrı padişahın saltanatına tanık olup devlet erkanının takdirini kazanmış şairlerdendir.

Hayatını 27 Ocak 1635 yılında kaybeden Nefi'nin ölümüyle ilgili birçok rivayet bulunmaktadır.

Bir rivayete göre 4. Murat, Nefi'den hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nefi padişah 4. Murat'a bu konuda söz verse de kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü Nefi, 27 Ocak 1635'te sarayın odunluğunda kementle boğularak 63 yaşında öldürüldü, sonra cesedi İstanbul Boğazı'nda denize atıldı.

Şairin ismi memleketi Erzurum'da Şair Nefi Ortaokulunda yaşatılıyor.

Çocuk müzikalinin serisini sahneye taşıdıÇocuk müzikalinin serisini sahneye taşıdı

$
0
0

Samsun Devlet Opera ve Balesinde (SAMDOB) rejisörlük yapan Şahan Gürkan'ın yazdığı "Masal Şatosu1-Prenses Tehlikede" adlı çocuk müzikali, sahneye konulduğu 2 yılda çocuklardan büyük ilgi gördü.

Samsun'un ardından Mersin'de de 2 yıl sahnelenen müzikalin gördüğü ilgi, Gürkan'ı eserin devamını yazmaya yöneltti. Gürkan'ın, müzikalin devamı niteliğinde yazdığı "Masal Şatosu2-Altın Ejderha" da bu sanat sezonunda sahneye taşındı. "Masal Şatosu2-Altın Ejderha" müzikalinin farklı illerde de turneye çıkması planlanıyor. 20 kişinin rol aldığı ve Çelik Kasapoğlu'nun müziğini yaptığı müzikalin librettosu, Gürkan'ın yanı sıra Cennet Türker'in yardımıyla oluşturuldu.

Çocukların hayal dünyasına hitap ediyorlar

Şahan Gürkan, 2014 yılında Eskişehir'e düzenledikleri bir turne sırasında Masal Şatosu'nu gördüklerini, orada çocuk müzikali fikrinin doğduğunu söyledi. Bunun üzerine müzikali yazdığını, daha sonra Samsun'da sahnelendiğini belirten Gürkan, çocuklar tarafından büyük ilgi görmesi ve en çok seyirciye ulaşan eser olmasının kendisini ikincisini yazmaya sevk ettiğini aktardı.

Samsun Devlet Opera ve Balesinde (SAMDOB) Rejisörü Şahan Gürkan.

Müzikalin sahnelendiği 2 yılda kapalı gişe oynadığına işaret eden Gürkan, şöyle devam etti:

  • "Oyun antik dönemde Doralyon isimli şehirde geçiyor. Doralyon, Eskişehir'in antik dönemdeki adından esinlenerek verildi. Terk edilen hayvanlardan, dünyada savaşların bitmesinden bahsediyordu. Masallarda erkek ağırlıklı konunun kırılması, kız karakterlerin öne çıkması gibi bir hayalimiz de vardı. İkincisinde ise Doralyon şehri, altın ejderha tarafından tehdit ediliyor ve buna karşı verilen mücadele anlatılıyor.",

Müzikalin ikincisinin prömiyerinin de büyük ilgi gördüğünü dile getiren Gürkan, "Çocuklara daha fazla aktarabileceğimiz şeyler olduğunu düşünerek yazdık. İlk müzikalin devamı niteliğinde olduğu için birbirini tamamlayıcı özelliği var. Masal Şatosu1'deki karakterlerin yaşama devam etmek istediğini hayal ettik. Belki üçüncüsü de gelebilir." ifadelerini kullandı.

Sevgisini ve öfkesini söylemekten çekinmeyen şair: 'Nefi'

Isparta'da vahşet: Onlarca köpeğin kulağını kesip çöpe attılar

Yeşilçam'ın çınarları aynı çatı altında yaşıyor


Kadıköy'de 'Çocuk Kitap Günleri' başladıKadıköy'de 'Çocuk Kitap Günleri' başladı

$
0
0

Kozyatağı Kültür Merkezi Sanat Yönetmeni Fatma Keskin, sömestir dönemine denk getirerek çocukları kitapla buluşturduklarını belirtti. Keskin, etkinliğe 23 yayınevinin katıldığını söyledi. Öğrenciler ile ailelerinin etkinliğe yoğun ilgi gösterdiğini kaydeden Keskin, "Milli Eğitim Bakanlığının çalışmaları, hem devlet hem de özel okullardaki öğretmenlerin de çocukları kitaba yönlendirmesi, çocukların kitap okuma alışkanlığını ciddi derecede artırdı. Buraya geldiklerinde ebeveynler ve çocuklar kendilerine uygun kitap bulabiliyor. Bu da kitap okuma oranının arttığının bir kanıtıdır." dedi.

Kadıköy Belediyesi Kültür Müdürü Simten Gündeş ise daha önce Haydarpaşa'da yaptıkları Kitap Günleri etkinliklerini, Özgürlük Parkı'nda 4 ay süren bir festival halinde gerçekleştireceklerini ifade etti.

Gündeş, festivalde çevre, kitap, sinema, sahaf, plak, klasik müzik ve caz başlıklarında etkinliklerin olacağını dile getirdi.

Çocuk Kitap Günleri, 3 Şubat'a kadar ziyaret edilebilecek.

Sevgisini ve öfkesini söylemekten çekinmeyen şair: 'Nefi'

Isparta'da vahşet: Onlarca köpeğin kulağını kesip çöpe attılar

Yeşilçam'ın çınarları aynı çatı altında yaşıyor

Devlet Çoksesli Korosu TENSO üyesi olduDevlet Çoksesli Korosu TENSO üyesi oldu

$
0
0

Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu, Avrupa Profesyonel Korolar Birliğinin (TENSO) üyesi oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, koronun Avrupa'nın en seçkin korolarını bir araya getiren TENSO'ya kabul edilerek 19. üyesi olduğu bildirildi. Avrupa'nın tanınmış birçok şef ve bestecisiyle de projeler üreten ve uluslararası faaliyetleriyle de Türkiye'yi en üst düzeyde temsil eden koronun dünyaca takdir gören başarılarının kendisine TENSO üyeliğini getirdiği vurgulandı.

Devlet Çoksesli Korosunun bundan sonra RIAS Kammerchor (Berlin), Estonya Filarmonik Oda Korosu (Tallinn), Nederlands Kamerkoor (Amsterdam) ve Letonya Radyo Korosu (Riga) gibi seçkin korolar arasında anılacağı belirtildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü bünyesinde 1988'den bu yana faaliyet gösteren koronun, Almanya, İtalya, Hollanda, Portekiz, Rusya, İsrail ve Güney Kore gibi çok sayıda ülkede performans sergilediği aktarıldı.

Türkiye'nin tüm devlet senfoni orkestralarıyla her sezon konserler veren koronun, aynı zamanda a capella projeleri ile de dikkat çektiği belirtildi.

Koronun kuruluşu ve konserleri

Hikmet Şimşek tarafından kurulan Devlet Çoksesli Korosu, Walter Strauss, Ahter Destan, İbrahim Yazıcı ve Cemi'i Can Deliorman'la çalıştı, birçok değerli orkestra şefiyle konserler verdi.

Koro, 2017'den itibaren Burak Onur Erdem ile çalışmalarını sürdürüyor. 2015'de Avrupa Korolar Federasyonu yönetim kuruluna seçilen ilk Türk olan Erdem, geçen yıl da Avrupa kıtasını temsilen Dünya Korolar Federasyonunun yönetim kuruluna atandı.

Türkiye'nin birçok şehrinde binden fazla konser veren koro, ilk konserini 1989'da Ahmed Adnan Saygun yönetiminde gerçekleştirdi. 2010'da Donizetti Ödülleri kapsamında "Yılın Korosu" ödülüne layık görülen koro, Avrupalı müzik eleştirmenlerince "Cennetten Gelen Sesler" olarak nitelendiriliyor.

Çekirdek repertuvarı senfonik eserlerden ve a capella koro edebiyatından oluşan koro, bugüne kadar Carl Orff-Carmina Burana, Mozart-Requiem, Ahmed Adnan Saygun-Yunus Emre Oratoryosu, Fazıl Say-Nazım Oratoryosu, Muammer Sun-Kurtuluş Film Müzikleri gibi birçok albüm kaydına imza attı.

Yağ aldırma merdiven altına düştüYağ aldırma merdiven altına düştü

$
0
0

Zayıflamak isteyen insanların yeni umudu "soğuk lipoliz" uygulaması oldu. Vücuttaki yağ hücrelerinin eksi 10 derecede dondurulup etkisiz hale getirilmesi ile bölgesel incelme sağlayan yöntem, kısa sürede salgın gibi yayıldı. Sadece hekimler tarafından uygulanması gereken yöntem, merdiven altı güzellik salonlarına düştü. Taklit makinelerle yapılan uygulamalar yüzünden onlarca insan hastanelik oldu.

HİÇBİR SAĞLIK ÇALIŞANI BULUNMUYOR

  • Biz de Bakırköy'de bulunan bir güzellik salonuna giderek "soğuk lipoliz" uygulması için talepte bulunduk. Güzellik salonunda yetkili olan kadın, doktor edasıyla "Daha önce ilaç kullandınız mı?", "Kalp rahatsızlığınız var mı?" gibi sorular sorduktan sonra uygulama yapılması istenen bölgeyi sorarak kısa bir bilgi veriyor ardından da pazarlık fahiş fiyatlarla başlıyor. 600 TL’den 3 bin TL’ye kadar çıkıyor. Yine Bakırköy’de bir başka salonu ziyaret ettiğimizde de manzara değişmiyor. Ne bir yetki belgesi ne de bir sağlık çalışanı var.

O MAĞDURLARDAN BAZILARI:

Sosyal medya da mağdur olan insanlarla dolu. İncelme hayaliyle bir estetik merkezinin yolunu tutan Volkan İ. "M.N. Estetik Merkezi'nde 1200 TL ödeyerek soğuk lipoliz yaptırdım, en az 10 santim incelme garantisi verdiler, lakin 5 hafta olmasına rağmen 1 santim değişen bir şey yok, resmen insanlarla dalga geçiyorlar” derken Gözde N. ise şunları aktarıyor: “N.'da soğuk lipoliz yaptırdım 600 TL ödeme yaptım, %99 inceleme garantisi denildi, ne incelme ne de kilo var. 21 gün sonra kontrole gittim, ortada vadedilen santim kaybı olmadığı gibi telafi etmelerini istediğimde tekrar paket satmak istediler.” Sema S. ise “M.S Güzellik Merkezi'nde soğuk lipoliz yaptırdım. Hiçbir işe yaramadı, her yerim mosmor oldu. Şikayet ettiğimde iş yeri sahibinden hakaret yedim” diyor.

Mahkemeye başvurabilirler

Aydın Ağaoğlu

Güzellik salonlarının ruhsatlı olması ve bu gibi işlemler için konunun uzmanı doktor bulundurması gerektiğini belirten Tüketici Başvuru Merkezi Onursal Başkanı Aydın Ağaoğlu, “Merdiven altı salonlara gidip mağdur olanların birçoğu kadın oldukları için yaşadıkları olumsuzluklardan utanıyor ve sineye çekiyor. Oysa ki güzellik salonlarında sağlık sorunu yaşayan, cildi yanan, zayıflayacağı söylenerek rahatsızlanan kişiler tedavi giderlerinin iadesini talep edebilirler. Hem güzellik merkezine verdikleri gideri hem de ilaç masraflarını alabilirler. Ayrıca manevi tazminat davası da açabilirler. Mağduriyet yaşayan tüketiciler 8 bin 800 TL’ye kadar ilgili tüketici hakem heyetlerine bizzat giderek hiçbir bedel ödemeden başvurabilirler. Daha üzeri fiyatlarda Tüketici mahkemelerine verebilirler” diyor.

  • Fotoşop kandırmacası Reha Yavuzer
    Vatandaşların incelme uğruna güzellik salonlarına gidip hayal kırıklığı ile çıktıklarının altını çizen Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Reha Yavuzer, “Uygulama yapılacak yeri, cihaz ve teknolojiyi seçerken dikkatli olunması gerekiyor. Mucizevi yöntemlerin, gerçek olamayacak nitelikteki vaatlerin ve reklamların büyüsüne kapılmadan önce iyi bir araştırma şart. Bu işlemler güzellik salonları, kuaförlerde değil, bir uzman doktor yönetiminde çalışan hastanelerde uygulanmalıdır. 4 seansta iki beden incelmek gibi büyük iddialarla fotoşoplu öncesi-sonrası görsellerle tanıtım yapan bölgesel incelme yöntemlerine başvurmak hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır. Egzersiz ve doğru beslenme ile bölgesel fazlalıklar yavaş yavaş gider. Gitmediği taktirde plastik cerrahiden yardım alınabilir” şeklinde konuşuyor.

Su diye tuz ruhu içti

Tarihi birinci elden okuyunTarihi birinci elden okuyun

$
0
0

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı koleksiyonuna kazandırılan “Yeni Tarih Arşivi” dijital erişime açıldı. Siyasal, toplumsal ve kültürel tarihimiz açısından zengin belgelere sahip arşiv 155 ana başlıktan oluşuyor.

Osmanlı Bankası’ndan çalınan 6000 bin lira ve zannı ile ilgili 30 Eylül 1398 tarihli yazı

32 bin 363 pozdan yapılan çalışmalarla tamamlanan evraklar, araştırmacıların hizmetine sunuldu. Arşivde toplam 2 bin 587 belge ve fotoğraf yer alıyor.

YENİ UFUKLAR AÇACAK

  • Atatürk Kitaplığı Müdürü Ramazan Minder, İnkılâp Tarihi, Yakınçağ Tarihi, Askerî Tarih, Edebiyat, Şehir ve Sanat Tarihi konularında çalışma yapacaklar için yeni ufuklar açacak olan çalışma hakkında bilgi verdi. Minder iki yıl önce tarih meraklısı bir sahaftan alınarak kütüphaneye kazandırılan arşivin Arapça, İngilizce, Fransızca, Farsça ve Osmanlı Türkçesi belgelerden oluşturulduğunu söyledi.

Topkapı Sarayı Müzesi salon ve depolarındaki eserleri gösterir cetvel.

DİKKATE ALINMALI

Minder, arşivin önemini şu sözlerle anlattı: “Bu koleksiyon başta İnkılâp tarihî araştırmacıları olmak üzere; askerî tarih, şehir ve sanat tarihi konusunda araştırma yapanlar için birinci elden kaynaklar sunuyor. Arşiv malzemesi, Osmanlı tarihinin son yüzyılı ile Türk inkılâp tarihinin, şahısların ellerinde bulunan tarihî arşivler dikkate alınmaksızın yazılmasının ne derece eksik ve yanlış olacağını bir kez daha ortaya koydu.”

Bir mimari esere ait plan

  • Arşivde neler var?
  • Arşivde yer alan belgeler arasında öne çıkanlardan bazıları şöyle: Sultan Abdülhamid’in Selanik’ten Hareket Ordusu Kumandanlığı’na yazdığı mektup, Enver Paşa’nın Mahmud Şevket Paşa’ya mektupları, Sultan Abdülhamid Dönemi’yle ilgili çeşitli Avrupa gazetelerinde çıkan haber ve makalelerin Saray’a sunulan tercümeleri, Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin 1732 tarihli Lehistan ve İsveç Sefaretnamesi, I. Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’na katılan subayların günlükleri, Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa’ya gönderdiği telgraflar, I. Dünya Savaşı sırasında esir düşen askerlere ait fotoğraflar, günlükler ve askerlerin yayınladıkları Türk Varlığı Dergisi, Türk müzecilik tarihi, Türk kumaş ve dokumacılık tarihi ile ilgili çalışmalar, 6-7 Eylül Olayları’na dair yazışma ve raporlar, Falih Rıfkı Atay’ın yayınlanmış ve yayınlanmamış evrakı yer alıyor. Arşive http://ataturkkitapligi.ibb.go... adresinden ulaşabilirsiniz.

Okumaya bize gelin!

Müteşebbislik her zaman iyi bir şey midir?Müteşebbislik her zaman iyi bir şey midir?

$
0
0

Erhan Erken

Bu güne kadar süregelen hayatımızın büyük bölümünde Kader-i İlahi’nin bir tecellisi olarak ya bir işi veya organizasyonu kuran, ya aktif olarak yöneten veya yönetiminde söz sahibi olan bir konumda bulunduk. Yani müteşebbislik çerçevesi içerisinde yer aldık. Dolayısıyla bu yazıda müteşebbisliğin bazı yönleri ile ilgili düşüncelerimi ve hislerimi dile getirmek istiyorum.

Müteşebbislik veya daha yeni tabirle girişimcilik, dışarıdan bakıldığında diğer pozisyonlara göre genel anlamıyla daha ‘konforlu’ görülebilir. Konfor kelimesini kullanmamın sebebi Başkanlık, Yönetim Kurulu üyeliği veya çok da sevmememe rağmen sıkça kullanılan patronluk lafızları birçok kişi nezdinde diğerlerine göre daha sorunsuz, daha rahat, daha az hesap verir bir hali çağrıştırır. Bir açıdan bakıldığında böyle değerlendirilmesinde haklılık payı da yok değildir. Fakat omuzlara yüklenen sorumluluk, insanların haklarına ve hukuklarına riayet etme, kamunun hakkına tecavüz etmeme gayreti gibi hassasiyetleriniz varsa, ilk bakışta konfor gibi görünen durum başka bir istikamete doğru yönelebilir. Sizin üzüntü, acı, tek tek kişilere ve top yekün kamuya karşı borçlu kalma veya ilişkilerde hayal kırıklığına uğrama gibi hisleri yaşamanıza sebep olabilir. Bunlar da gayet ağır maliyetleri olan duygulardır. Vicdanı olanları derinden rahatsız eder.

Kişilerle münasebetlerinizde bazen ne kadar gayret etseniz de muhataplarınızla arzu ettiğiniz bir ilişki zeminini kuramayabilirsiniz. Veya siz sağladığınızı zannederseniz fakat muhataplarınızın beklentileri farklıdır ve o zaman, onları istenen oranda gerçekleştiremediğinizi görürsünüz.

Bazen bu uyumsuzlukların insani ilişkilerle çözülmesi mümkün olabilmektedir. Bazen ise tüm gayretlerinize rağmen yine de arzu ettiğiniz mutabakatı sağlayamayabilirsiniz. Karşınızdakilerin sessizce konuyu kabullendikleri zamanlar olduğu gibi, sizi hırpalamaya çalışanlar, belli bir hukukunuzun olduğunu zannettiğiniz halde size insafsızca saldıranlar olabilir.

Bazı zamanlarda, karşılıklı olarak belli bir mutabakat sağlayamadığınız meselelerin sizinle değil de bu konularla hiç ilgisi olmayan yerlerde ve kişilerle konuşulduğunu duyarsınız. Savunmanız bile alınmadan birileri sizi linç etmeye, hakkınızda ulu orta dedikodu yapmaya başlar. Çaresiz kalırsınız. Böylesi durumlarda dervişane davranabildiğiniz örnekler olduğu gibi şiddetli davrandığınız haller de olabilir. Dervişane hal bazen sizi rahatlatabilir bazen de iç dünyanızı yıpratır. Tersine olarak şiddetle mukabele ettiğiniz durumlarda da akabinde kısa bir ferahlık olsa da sonrasında vicdan azabı çekebilirsiniz. Yine içiniz acır.

YOĞURDU ÜFLEYEREK YEMEK

Bu tür durumlar değişik sınav türleridir. O konforlu gibi görünen halin ağır bedelleridir.

Bir diğer sıkıntılı durum da “özellikle patronluk veya başkanlık” gibi şapkaların insani ilişkilerin arasına çoğu kere garip bir perde çektiğini hissettiğiniz zamanlarda ortaya çıkar. Sizinle beraber olan ve bu beraberliği dışarıdan bakıldığında yakınmış gibi görünen bazı kişilerin, en umulmadık anlarda, yakınlığın getirdiği bazı avantajları, tahmin edemeyeceğiniz bir şekilde farklı değerlendirdiklerini gördüğünüz olaylarla karşılaşabilirsiniz. Siz insan olmanızın gereği gönlünüzü açmışsınızdır. Daha açık bir deyimle rahat ve belli bir seviyede kontrolsüz davranmışsınızdır. Bir de bakmışsınız ki rahat bir ortamda iken yaptığınız bir hareket, söylediğiniz bir söz bulunduğu çerçevenin dışına bir yere taşınmış ve tabir-i caiz ise size karşı bir silah haline gelivermiş. Veya bu tarz bir kullanıma vasıta olabileceği hissettirilmiş. Bu tür durumlar da ağır sınav türlerinden olarak kayda geçecek hususlar arasında zikredilebilir.

Tabii zikri geçen bu sahneler genellikle hayatın daha erken dönemlerinde vuku bulmaktadır. Çünkü ilerleyen zamanlarda ve olaylardan dolayı adeta sütten ağzınızın yanma sayısının artması ile siz de artık yoğurdu bile üfleyerek yeme moduna geçer ve daha kontrollü olmaya başlarsınız. Mesafeye daha fazla dikkat edersiniz. Bu da yukarıda bahsettiğim perdenin oluşmasına katkı sağlayan şeylerden birisidir.

Hayatın ilerleyen yıllarında sosyal konumunuzun, bulunduğunuz iş veya vazifelerdeki mevkiinizin görece yükseldiği oranda etrafınızdaki hakiki manada güvenebileceğiniz insan sayısının azalması ihtimali de önemli bir tehlikedir. Böyle bir tehlike belirdiğinde gerçek dostlarınızın varlığı sizi bu tür bir halden koruyabilir. Şayet bu tür dostlarınız yoksa, o zaman, içinde yer aldığınız işler ve organizasyonların gerektirdiği münasebetlerin etrafınızda oluşturduğu zamanla ve işlerle mukayyet insan gruplarının çoğalması veya azalması sizi ruhi sıkıntılara sokabilir. Tekraren ifade edeyim, gerçek dostlar böyle durumlarda sığınılacak en güvenli limanlardır. Gerçek dostları olmayanların durumları ise hakikaten içler acısıdır.

Bir de sosyal, siyasi veya iktisadi seviyeniz göreceli olarak yükseldikçe iç derinliğinizin en azından aynı oranda (tercihen o dereceden daha fazla) artabilmesi de sizi bu tür tehlikelerden kısmen koruyabilir. Dışınızdaki göreceli değişiklikler size tesir etme gücü bulamazlar. Tabii bunun için de gerekli ruhi eğitimi zamanında almış olmak gerekir de o her zaman ve herkes için mümkün olabilir mi ayrı bir mesele.

İnsani münasebetlerin bir diğer yönü de vefayı gerektiren durumlarda, karşı taraftan bunun aksi davranışlar sadır olduğunda içine düşülen halet-i ruhiyedir.. Esasında genel hayat prensibimizin insanoğlunun, hayatının her safhasında yapması gereken şeyleri yapmaya çalışması, bunları herhangi bir kişiden karşılık beklemeden yerine getirmesi, yaptığı davranışlardan dolayı da o davranışlardan fayda sağlayan kişileri kendisine borçlu olarak görmemesidir. Kul vazifesini yapar, takdir edecek olan sadece Allah’tır. Doğrusu da budur.

İdeal anlamda böyle düşünülmesi gerekse de insanoğlu zayıf bir mahluk olduğundan ve nefis taşıdığından bazen beklemediği davranışlara muhatap olduğunda morali bozulmakta, canı sıkılabilmektedir. “Yahu teorik olarak sen farklı bir şeye inanıyorsun niye canın sıkılıyor, takma kafana geç git” dense de bu öğüdün tesir etmediği durumlara da rastlanmaktadır.

Buraya kadar bahsettiğimiz konular genelde patronluk veya başkanlık durumunda olan kişilerle ilgili daha çok iç hali anlatan örneklerdi. Bunun dışında bir de bu kesimlerin devletle ve kamu yönetimi ile ilgili alanlarda yaşadıkları sorunlar bulunmaktadır. Bu noktada onlarla ilgili de birkaç misal vermemiz yararlı olabilir

Mesela işveren ve iş gören münasebetlerinde bir ihtilaf vuku bulduğunda genel mantık maalesef daima işverenin tarafının haksız olduğu ön yargısıdır. İlk bakışta işveren tarafı daha güçlü görünmekte (veya öyle varsayılmakta) ve hüküm verme durumunda olan kişi ve kurumlar hemen göreceli olarak daha zayıf diye nitelediği kesimi yani iş göreni destekleme eğilimine girmektedir. Oysa bu hal her zaman doğru değildir. Vuku bulan her olayın kendine ait bir gerçeği ve şartları bulunmaktadır. Böyle bir hal başınıza geldiğinde yargılama yapan kişilerin büyük bölümü size sorma gereği bile duymadan hemen hükmü yapıştırır. Madem girişimcisiniz ve patronsunuz o zaman kesin haksız bir durumdasınız. Tabii bu arada az sayıda da olsa hakkı teslim etme gayesiyle sizi de dinleyenler çıkabilir. Varsın sizi haksız bulsunlar ama yeter ki birileri samimiyetle dinlesin..

GİRİŞİMCİ CİDDİ YÜK VE RİSK ALIR

Başka bir açıdan bakıldığında şayet girişimci iseniz, sosyal, siyasi ve iktisadi meselelerde aktif olmak teşvik edilirken, ihtilaf vuku bulduğunda nedense hemen (sorgusuz sualsiz) suçlanırsınız; bu da anlaşılmaz bir durumdur. Örnek vermek gerekirse, devlet ve kamu yönetimi, müteşebbis kesimi yani en başta ele aldığımız o patron kesimini, iktisadi anlamda çoğu kereler hırsız, vergi kaçakçısı, şahsi menfaati peşinde koşan ve toplumun adeta artık değerini gasp eden bir kesim olarak görmesidir. Bu psikoloji insanı çok yaralayan bir yaftalamadır. Herkes gibi girişimciler de bu vatanın evlatlarıdır ve en azından kendilerini suçlayanlar kadar bu vatanı severler, kamunun hakkına bir başka deyimle yetim hakkına saygı duyarlar. Fakat buna rağmen hayretle müşahede edileceği üzere kamu yöneticileri (çok az bir istisnası dışında) çoğunlukla devleti ve sistemi muhafaza ettiklerini düşünmekte, kendileri dışındaki bu müteşebbis kesime hiç güvenmemekte ve onlara daima şüphe ile bakmaktadırlar.

Oysa suçlanan bu insanlar bir işin altına girerken ciddi bir yük ve risk almaktadırlar. Sık sık ortaya çıkan sistemik krizlerde müteşebbis kesimler büyük kayıplara uğramaktadırlar. Bu dönemlerde ise sadece kendi hallerini değil yükünü üstelendikleri kesimleri de düşünmek durumunda kalmaktadırlar. Oysa bu tür kriz hallerinde özellikle devlet güvencesi altında çalışan ve kamu kaynakları ile geçinen kesimlerin kayıpları genellikle minimum düzeyde olmakta ve girişimci kesimlerin oluşturduğu direk veya dolaylı vergi gelirlerinden oluşan havuzdan faydalanabilmektedirler. Böyle durumlarda müteşebbis kesim içindeyseniz ve eğer ayağınız bir taşa takılıp düşerseniz destekçi olarak hiçbir şekilde kamuyu yanınızda bulamazsınız. Bazı hakiki dostlarınız sizi arar sorar. Çoğu dost bildiklerinizin olayları maalesef çok uzaktan izlediklerini hissedersiniz. Tabii bu arada bazı kişilerin gizliden gizliye oh olsun dediklerini bile işitebilirsiniz.

Niye böyle olur acaba? Şöyle izah etmek mümkündür sanırım; Ülkemizde girişimciler maalesef sözle desteklenirler fakat girişimcileri ruhen destekleyen bir iklim bu güne kadar oluşmamıştır. Girişimci güçlü ise ona karşı durma cesaretini pek kimse gösteremez, hatta kimisi para, kimisi mal vermek ister. Kimileri de aman ben sana hizmet sunayım veya yanında çalışayım diye ısrarcı olur. Fakat bir de düşmeyesiniz. İşte o zaman , ‘şuna bir tekme de ben vurayım’ hevesini taşıyan çok fazla kişi, kurum ve kesimin sıraya girdiğini müşahede edebilirsiniz.

Bu çerçevede bir diğer sıkıntılı gerçek de ülkemizde kıdem ve ihbar tazminatları ile ilgili cari durumun sürekli ihtilaf çıkmasına uygun bir formda düzenlenmiş olmasıdır. Bundan dolayı da mahkemelerde bu konu ile ilgili ihtilaflar büyük bir yekün tutmaktadır. Belli bir düzeyin üzerindeki firmaları bir kenara bırakırsak özellikle KOBİ seviyesindeki yapılar için bu tazminat olayı tam bir Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde dolaşmaktadır. Bilindiği üzere yaklaşık 20 küsür yıldır kıdem tazminatı fonu veya buna benzer bir çözüm üzerinde ciddi olarak konuşulmaktadır. Lakin bahse konu meselede ciddi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Mesele mi çok girifttir yoksa tarafların ajandalarında bizim de bilmediğimiz başka maddeler mi vardır? Bahsi geçen bu 20 yılda konu ile özel ilgisi olan bu satırların yazarı bile bu hususu yeterince anlayamamıştır.

Sonuç itibariyle bu sahada adaletli bir sistem kurulamadığından hem girişimci kesimi hem de çalışan kesim kendini haklı görmekte ve nihayetinde neredeyse herkes kendini kayba uğramış hissederek bir diğerini suçlamaktadır. Adaletli bir yolun bulunamadığı ortamda ise taraflar birçok kere kendi menfaatlerini korumak için doğru olmayan yollara tevessül etmektedir.

İlave bir husus da Devletin özellikle kendi alacakları için tercih ettiği metotla kendi borçları için uyguladığı metot arasındaki farktır. Devlete karşı borcunuz olduğunda, piyasa rayiçlerinin çok üzerinde bir gecikme zammı ödemek durumunda kalırsınız. Fakat alacaklı durumda iseniz naçar beklersiniz ve bu bekleme için de hiçbir fark alamazsınız. Diyelim bir çevre belediyesinden alacağınız var ve onu zamanında alamıyorsunuz. Ama SSK ve muhtasar borçlarınızı ve çalışanların maaşlarını zamanında ödemek durumundasınız. Ödemediğiniz her ay için ciddi bir fark devlete olan borcunuzun üzerine biniyor. Fakat alacak aynı yerinde duruyor. Yanınızda çalışanların paralarını da zamanında ödemek durumundasınız ki o insanların büyük kısmının tek gelirleri sizden alacakları maaşlar.

MAHŞER VADELİ ALACAKLAR

Pekiyi bu paraları nereden bulacaksınız?

Nereden bulursanız bulun. Bu kamuyu da ilgilendirmez çalışanı da ilgilendirmez. Çünkü siz müteşebbissiniz ve patronsunuz. Her durumda mükellefiyetlerinizi yerine getirmeye mecbursunuz. Aksi durumda bu kesimlerin her biri size insafsızca eleştirebilir. İlave olarak kamudan alacağınızı istemekte ısrarcı olursanız yaptığınız işi de kaybetme riskinin taşıyorsunuz. Böyle bir durumda boynunuz büküp beklemek durumundasınız.

Bazı dönemlerde devlet bir kısım alacaklarını taksitlendirmekte ve görünürde bir ferahlama sağlamakla birlikte sonuçta bu rakamlar o müteşebbislerin üzerinde durmaya devam etmektedir. Son dönemlerde nefes kredisi adı altında bu girişimci kesime bazı borç paralar verilmekte ve bu şekilde onların mağduriyetleri giderilmeye çalışılmaktadır. Peki bundan önceki senelerde bu tür açmazların içine düşen ve bu şekilde işlerini kaybeden, birikimleri yok olan nice girişimcinin haklarını kim ve ne şekilde ödeyecek? Sanırım onlar rahmetli babamın deyimiyle “mahşer vadeli alacaklar” olarak defterlerde yazılı duruyor.

Bu çizdiğim tablo içinde patron veya yönetici kesimlerin hepsinin çok masum ve günahsız oldukları tarzında bir görüntünün oluştuğunun farkındayım. Sırtını devlete yaslayarak iş yapmayı alışkanlık haline getirmiş, nüfuz ticareti yapan, spekülatif kazançlar peşinde koşan, kötü niyetli kamu görevlileri ile iş birliği içinde haksız gelirler elde ederek genel sistemin adaletli çalışmasını adeta sabote eden azınlıktaki kişileri bu tarifimin ısrarla dışında tutmak istiyorum. İsimlerini bu yazıda üzülerek belirtmek zorunda kaldığım bu kesimin haricindeki büyük müteşebbis kitle, özellikle KOBİ statüsündeki iş yerleri ve onların patron ve yöneticileri burada çizmeye çalıştığımız resmin asli unsurlarıdır.

Özetle ifade etmek gerekirse patron veya girişimci diye adlandırılan kesimler dışardan bakıldığında gayet konforlu (!) bir hayat içinde görünmekle birlikte içine nüfuz etmeye çalışıldığında, taşımak zorunda oldukları hem insani hem de maddi büyük yükler altındadırlar. Bu döngünün dışında kalanların yorumları ile kolaylıkla başkalarının haklarını gasp etmekle suçlandıkları gibi, devlet tarafından da kamunun haklarını üzerlerine geçiren ve devletin sürekli affederek kendine adeta borçlu durumda tuttuğu tabiri caizse asalak bir zümre olarak vasıflandırılmaktadırlar. Oysa olaya çok genel bir açıdan bakıldığında onların büyük çoğunluğunun uğradıkları önemli mağduriyetler ve taşımakla mükellef oldukları bazen çok ağır boyutlara varan insani yükler bulunmaktadır.

Buraya kadar yazıyı okuma zahmetine katlanan birçok müteşebbis arkadaşımızın, dış ticaret, banka ve finans kurumu ilişkileri, imalat ve hizmet alanındaki sorunlar ve sair konularda daha ne hikayeler, ne problemler, ne acılar var dediklerini duyar gibiyim. Onları da inşallah başka vesilelerle yazıya dökeriz…

Son cümle olarak hiçbir şey ilk göründüğü gibi basit ve net değildir. Resmin bütününü hakkaniyetle okuyabilmek için ciddi bir gayret göstermek gerekmektedir.

Necati Şaşmaz sözünü tuttuNecati Şaşmaz sözünü tuttu

$
0
0

Toplantıda Yakaçiftlik Kadın Kolları Başkanı, Türel’den bölgelerindeki bir engelli için akülü araba talep ettiğinde toplantıyı izleyen Necati Şaşmaz da, bu arabayı kendisinin alacağını söylemişti.

Menderes Türel’in toplantı sırasında “Polat Alemdar sürprizi” diyerek esprili bir dil ile duyurduğu jest yerine getirildi. Necati Şaşmaz, gerekli aracı temin etti ve ihtiyaç sahibi Kadriye Oktay ile buluştu.

Necati Şaşmaz küçük kızı sevindirdi.

Necati Şaşmaz temin etti

Artık, evden çıkıp hayata dahil olabileceği, okula rahat gidebeleceği için çok mutlu olan doğuştan engelli Kadriye Oktay (10) Necati Şaşmaz’a, başarılı karnesini göstererek teşekkür etti.

Necati Şaşmaz da engelli bireylerin toplumun içinde yer alması, hayatlarını herkes gibi sürdürebilmelerinin önemini belirtti ve bu konuda her zaman yardıma hazır olduklarını dile getirdi. Böyle bir sevaba vesile olanlara da teşekkür etti.

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, Elmalı’ya yaptıkları yatırımları anlattığı ziyaretinde PANA Film’in, “Nöbet” dizisinin çekimleri boyunca oyuncularını ağırlayacağı tesisi de ziyaret etmiş, Menderes Türel ve Necati Şaşmaz burada da objektiflere birlikte poz vermişlerdi.

İnanılmaz olay: Kedi evi yaktı

Adına sadece 3 bin lira toplanan Recep Aktuğ: Sanki muhtaçlık durumum var

Ayşen Gruda'nın vasiyeti ortaya çıktı

Sosyal medya fenomeni kedi Yeşim öldüSosyal medya fenomeni kedi Yeşim öldü

$
0
0

Turgutlu'daki kasaba her gün giderek müşteri gibi sırasını bekleyen, iş yeri sahibi İkram Korkmazer'den et isteyen "Yeşim" adlı sokak kedisi, bir müşterinin çektiği videoyu sosyal medyada paylaşmasıyla herkes tarafından tanındı.

Videonun yurt dışında da yayınlanmasıyla yaklaşık 3 milyar kez izlenen ve bir anda sosyal medya fenomeni olan kedi "Yeşim", bu hafta başında her zaman et istemek için gittiği kasap dükkanına bitkin bir şekilde geldi.

Video: Kasap ile kedinin ilginç diyaloğu kamerada


Yeşim'in hastaneye kaldırıldığı zamanki görüntüsü.

  • Bitkin durumdaki kediyi hemen Turgutlu'da bir veterinere götüren kasap İkram Korkmazer, buradaki müdahalenin ardından "Yeşim"i Manisa kent merkezindeki bir veteriner kliniğine getirdi. Burada 3 gün yoğun bakımda kalan Yeşim, müdahalelere rağmen öldü.

Yaklaşık 10 yıl kedi

"Yeşim" ile arasında özel bir diyalog olduğunu belirten Korkmazer, şöyle konuştu:

  • "Aramızdaki diyalog nedeniyle bütün dünya onu tanıdı. Sanki konuşuyordu benimle. Ben ne söylersem yanıt veriyordu. Benim için bir insandan farkı yoktu. Diyaloğumuzu gören herkes hayran kalıyordu. Sokak kedisiydi, son 3-4 gündür kayıptı, önceki gün iş yerime geldi. Bayılmak üzereydi, durumunu fark ettim ve apar topar Turgutlu'daki bir veterinere ardından Manisa'ya götürdüm. Serum verdiler, iğne yaptılar ama kurtaramadılar. Veterinerlerin söylediğine göre aşırı yağmurlu olan şu günlerde bir yerde kapalı kalmış dışarı çıkamamış herhalde ve enfeksiyon kapmış. Üzgünüm elimden gelen her şeyi yaptım ama kaybettim, söyleyecek bir şey bulamıyorum."

Hipotermi geçirmiş enfeksiyon kapmış

Veteriner hekim Ayşegül Özkuran da hayvanın kendilerine geldiğinde durumunun oldukça kötü olduğunu, uzun süre susuz kaldığını ve hipotermi geçirdiğini ifade etti.

Hemen tedaviye başladıklarını anlatan Özkuran, "Gerekli müdahaleleri yaptık, vücut sıcaklığını normale getirmeye çalıştık. Susuzluğu çok yüksekti, ne kadar takviye yapsak da yeterli olmadı. Aynı zamanda hayvan ağır bir enfeksiyon geçiriyordu. Bu yüzden maalesef kurtaramadık. Havalar da soğuk gittiği için kedilerin bu havalarda dirençleri düşüyor. Dirençleri düştüğü için bulaşıcı hastalıklara daha açık hale geliyorlar. Yeşim'i maalesef bu yüzden kurtaramadık." dedi.

Kedi Yeşim

Dünyayı bisikletle gezen gezginler Türkiye'de en çok çayı sevdi

2050'de kahve olmayabilir

Snooker maçlarını kaçırmayan Fatma teyze sosyal medyayı salladı


Sadece Samsun’da yetişiyorSadece Samsun’da yetişiyor

$
0
0

Türkiye’de tespit edilen mantarlar içerisinde sadece Hacıosman Ormanı’nda bulunan 2 adet mantar türü marasmiellus candidus (Syn. marasmius candidus) ve flammulina ononidis türleri tespit edildi.

Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar 11. Bölge Müdürlüğü yetkilileri İl Koordinasyon Kurulu toplantısında bir sunum gerçekleştirildi. Sunumda Samsun’da yetişen ender bitki ve biyolojik çeşitlilikler hakkında bilgiler verildi.

  • Bu mantar türleri sadece Hacıosman Ormanı’nda

Hacıosman Ormanı Tabiatı Koruma Alanı Biyolojik Çeşitlilik ile Kaynak Değerleri Envanter-Araştırma ve İzleme Programının Geliştirilmesi Projesi kapsamında Hacıosman Ormanı Tabiatı Koruma Alanı Biyolojik Çeşitlilik ile Kaynak Değerleri Envanter-Araştırma ve İzleme Programının Geliştirilmesi Projesi hizmet alımı işi 15 Aralık 2016 tarihinde 274 bin 940 TL’ye ihale edildi, 9 Temmuz 2018 tarihinde ise tamamlandı.

Yaşları 300 - 350 arasında değişiyor

Alanda 2 adet anıt ağaç Saplı Meşe (Quercus Robur L.) ve Sivri Meyveli Dişbudak tespit edildi. Yaşlarının 300-350 olduğu tahmin ediliyor.

Türkiye’de tespit edilen mantarlar içerisinde sadece Hacıosman Ormanı’nda bulunan 2 adet mantar türü marasmiellus candidus (Syn. marasmius candidus) ve flammulina ononidis türleri tespit edildi.

Alan içerisinde 96 familya, 224 cins ve bu cinslere ait 272 takson tespit edildi. Alanda 4 adet 2 yaşamlı, 7 adet sürüngen, 45 adet kuş, 17 adet memeli olmak üzere 73 omurgalı tür tespit edildi.

Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter Projesi kapsamında ise 1784 damarlı bitki (147 tanesi endemik), 51 memeli (1 tanesi endemik), 362 kuş, 29 balık (6 tanesi endemik), 12 sürüngen, 9 çift yaşarlılar, 376 tohumsuz bitkiler ve 382 omurgazsız hayvan türü tespit edildi.

Sosyal medya fenomeni kedi Yeşim öldü

Canı pahasına doğruları söylemekten geri durmayan şair: Nef’i

Fazla kilo şikayetiyle gitti midesinden çıkan doktoru bile şoke ettiFazla kilo şikayetiyle gitti midesinden çıkan doktoru bile şoke etti

$
0
0

Edinilen bilgiye göre, Emine Bektaş (48), ağrıları artınca ve aşırı kilo problemi sebebiyle Bandırma Devlet Hastanesine başvurdu. Burada yapılan tahlillerde kadının karnında kist olduğu belirlendi. Yapılan başarılı bir operasyonla Bektaş'ın karnından 15 santimetre çapında yaklaşık 7 kilo ağırlığında bir kitle çıkarıldı.

Ameliyatı gerçekleştiren Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Orhan Akkaya, Emine Bektaş'ın kendilerine karın şişliği ve ağrı problemiyle başvurduğunu söyledi.

6 kilo ur çıktı

  • Akkaya, "26 yıldır bu mesleği yapıyorum. Bugün kadınlarda sıkça görülen ve tedavisi çok kolay olan miyom ameliyatını yaptık. Hastamızın ismi Emine Bektaş, 48 yaşında ve menopoza girmiş. Miyom büyük boyda olduğu için çok ihmal edilmiş. Hastamız polikliniğimize karın şişliği ve karın ağrısı şikayetinde başvurdu. İlk bakışta 6-7 aylık gebelik görüntüsü vardı. Ultrason ile miyom olduğunu tespit ettik.
  • Bütün tetkikleri yaptıktan sonra ameliyat ettik. Bu miyom kendi kas dokusunda geliştiği için genelde iyi huyludur. Ameliyat 2 saat sürdü. Gayet başarılı bir ameliyat gerçekleşti. Çıkarttığımız kitle yaklaşık 6 kilogram ağırlığındadır. Miyomlar kanla beslendiği için hastamız da kansızlık söz konusu ve 5 ünite kan verdik. İlk 24 saat hastanemiz de istirahat ettikten sonra taburcu işlemi gerçekleşecektir. Benim tavsiyem 35 yaşından sonra en az yılda defa doktor kontrolüne gelmesi gerekiyor" dedi.

Necati Şaşmaz sözünü tuttu

Ayşen Gruda'nın cenazesinde tatsız anlar

Eti bile simsiyahEti bile simsiyah

$
0
0

Bursa’da süs hayvanları yetiştiren bir girişimcinin yetiştirdiği tavuğun kanı hariç her yeri simsiyah.

Eti, tüyü, ibibiği, ağız içi, ayakları ve tüyleri kömür karası olan tavuğu görenler şaşırıyor.
Bursa’da süs tavukları yetiştiriciliği yapan Ömer Faruk Erdönmez tarafından 4 yıldır bakılan tavukların tanesi 150 liradan satılıyor.

Tek beyaz olan yumurtası

Ayyam cemaninin Cava Adası’nın Kedu bölgesinde yetişen bir tavuk olduğunu ifade eden Ömer Faruk Erdönmez, “Bu tavuğun gördüğünüz gibi ibiği, derisi, eti ve ayakları siyah. İç organları da siyah. Tek beyaz olan yumurtasıdır. Kedu halkınca bu hayvanın talih getirdiğine inanılır. Bizim 4 yıldır çiftliğimizde bulunuyor. Yapı itibariyle sülünü andırıyor. Hareketli gayet hızlı hayvanlardır. Diğer tavuklar gibi beslenir. Ölen bir tavuğumuzun içini açıp baktığımızda her tarafının siyah olduğunu gördük. Bunu besleyecek hayvanseverlere şunu tavsiye ediyoruz: Irk özelliklerini iyi tanısınlar, siyah rengin tonlarının bütün vücuda yayılması gerekir. Gaga içinin de siyah olması gerekir. Beyaz gagalar standart dışı bir renktir. Biz hayvanın tanesini 150 liradan satmaktayız. Piyasada çok yüksek fiyatlar söylenmesi kişiden kişiye değişir. Bu hayvanların dikkat edilmesi gereken bir özelliği ürkektir, çok yükseğe sıçrayabilirler” diye konuştu.

Sadece Samsun’da yetişiyor

Sosyal medya fenomeni kedi Yeşim öldü

Canı pahasına doğruları söylemekten geri durmayan şair: Nef’i

Neyzen Tevfik’in vefatının 66. yılıNeyzen Tevfik’in vefatının 66. yılı

$
0
0

Neyzen Tevfik 24 Mart 1879 yılında Muğla’nın Bodrum ilçesinde doğdu. Asıl adı Tevfik Kolaylı. Babası öğretmen Hasan Fehmi Bey.

Soyadı Kanunu ile birlikte Kolaylı soyadını alan Hasan Fehmi Bey’in aslen Samsun, Bafra’nın Kolay ilçesinden olduğu biliniyor.

Neyzen Tevfik’in çocukluğu ve aile hayatının mutlu ve güzel geçtiği söylenir ancak çocuk yaşta mücadeleye başladığı sara hastalığı asla peşini bırakmaz.

Babasının görevli bulunduğu Urla kasabasında usta biz neyzen olan Berber Kazım ile tanışan ve ondan ney dersleri almaya başlayan Tevfik, sara nöbetlerinin ilkini de yine bu dönemde geçirir.

Sara nöbetlerinin sıklaşması nedeniyle okulu tamamen bırakan Tevfik, neye duyduğu tutku ve sevgiyle İzmir Mevlevihanesi’ne girdi.

Daha sonra İstanbul'a yerleşerek Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanelerine devam etti.

1902'de Bektaşi tarikatından nasip alarak Bektaşi dervişi oldu. Bir yandan da şiirle ilgileniyordu. Eşref'le ve Mehmet Akif'le tanıştı ve şiir konusunda her ikisinden de etkilendi. 1908'den sonra bir süre Mısır'da bulundu 1913'te İstanbul'a döndü.

"Ömrümün 70 yılı binbir hadisat içinde geçti"

diyen Neyzen Tevfik, 28 Ocak 1953'te İstanbul'da hayatını kaybetti ve cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camisi'nde kılındı.

Neyzenlikteki ustalığıyla beraber hiciv sanatını kullanarak şiirlerinde toplumsal konulara değinen Neyzen Tevfik, neyi ile 100'e yakın plak çıkardı.

  • Neyzen Tevfik genellikle toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürdü. Sazını bir geçim kapısı haline geçirmemek için direnmiş, yalnızca içinden geldiği zaman ney üfledi. Neyzenliğini geliştirmek kaygısı duymadı. Sanat değeri kalıcı bir müzikçi olmak için uğraşmadı. Neydeki başlıca ustalığı sazı iyi üflemesiydi. Belirli müzik kurallarının dışına çıkar, ama hep duyarak çalar ve dinleyenleri etkilerdi.

Taşlamanın önemli üçüncü temsilcisi

Neyzenliğinin yanı sıra adını yergi ve taşlamaları ile de duyuran Neyzen Tevfik, kimi eleştirmenleri göre bu türün Nef'î ve Eşref'ten sonra üçüncü önemli temsilcisi sayılır.

Ününün yaygınlaşmasında halk tarafından çok sevilmesinin de çok büyük payı var. Ancak oldukça eski bir dil kullanması nedeniyle güç anlaşılan ve biçimsel açıdan yetersiz kalan bu şiirleri pek kalıcı olmadı. Yergilerini genellikle siyasal ve dinsel baskıya, çıkarcılığa yöneltti, toplumdaki tüm haksızlıkları çekinmeden dile getirdi.

Grafik: AA

Şişkinlik sandı miyom çıktı

Eti bile simsiyah

Sosyal medya fenomeni kedi Yeşim öldü

Kanseri yendi doktor olduKanseri yendi doktor oldu

$
0
0

Kerem Çolakoğlu, şimdilerde başarılı bir doktor ama çocukluğunda zorlu bir kanser tedavisi gördü. 7 yaşındayken futbol oynadığı sırada çarpma sonucu burnu kanayınca hastaneye gitti. Tetkiklerde Çolakoğlu'na Hodgkin Lenfoma (lenfositlerin oluşturduğu bir kanser tipi) teşhisi konuldu.

Çolakoğlu, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Çocuk Onkoloji Kliniği'nde tedavi altına alındı. Bir yıl bu klinikte yatan Çolakoğlu, kemoterapi sürecinde hastanedeki okula gitti. Azmetti ve başardı.

Çolakoğlu hem hastalığını yendi hem de 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazandı. Mezun olduktan sonra ise Van'ın Özalp ilçesindeki bir devlet hastanesinde mecburi hizmet için görevlendirildi.

Çolakoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşım ile hastalık ile nasıl mücadele ettiğini ve nasıl doktor olduğunu anlattı. Herkesi duygulandıran ve yüzlerce beğeni alan işte o paylaşım:

Hastaydım doktor oldum artık. Şimdilerde sadece yaşlılık ve stresten dökülen saçlarım mevcut. Hastanede 12 yaşında yatarken kısacası hastayken; doktor olmaya karar vermiştim ilk olarak. Hiçbir şey sağlıktan daha önemli değil ve canınızı sıkmaya gerek yok. Herşeyi yoluna koyarsınız, koyuluyor ve koyulacak da...


Değişim fotoğraflarının popüler olduğu bir haftada ben de bir değişim fotoğrafı paylaşayım istedim benim ki 10 değil 15 yıllık :) #2004 #2019 Maskenin kattığı anlam yıllar içinde değişti tabiki benim için; 2 maskeli Kerem var ama içerik ve rol olarak tamamen birbirinden farklı. İlaçlardan dolayı dökülen saçlarım fırça gibi çıktı, tontiş yanaklarım normal haline geldi hastaydım doktor oldum artık. Şimdilerde sadece yaşlılık ve stresten dökülen saçlarım mevcut :) Hastanede 12 yaşında yatarken kısacası hastayken; doktor olmaya karar vermiştim ilk olarak. Bana karşı verilen emekler beni bu mesleği yapmam için tetiklemişti ki şükürler olsun mesleğimizi elimize alabildik ve aktif olarak çalışıyoruz. Bu yolda bugün eskiden ilaç aldığım servisimi, hatta hasta yatağımı, değişmeyen çalışanları, canım kadar sevdiğim hocalarımı, hemşire ablalarımı, gönüllü anneleri gördüm ve o günler gözümün önünde canlandı ve duygu dolu bir gün geçirdim. Ben bu servise elimi kolumu sallaya sallaya gelmiştim. Hasta olduğumdan habersiz hadi yapın iğnemi gideyim bir an önce, evde atari oynayacağım kardeşimle psikolojisi vardı. Çapa onkolojiye giriş o giriş sonrasında 8 ay aralıksız çok ağır bir tedavi aldım. Çıkarken de servisten elimi kolumu sallaya sallaya çıktım ama ve çıkış o çıkış daha yolumuz düşmedi hasta olarak Allah'tan. Hiçbir şey sağlıktan daha önemli değil ve canınızı sıkmaya gerek yok. Herşeyi yoluna koyarsınız, koyuluyor ve koyulacak da 🤜🏻🤛🏻 Canlı kanlı örneği karşınızda, iyi günler hepinize :) Hasta kardeşlerimize destek vermek isterseniz her zaman ulaşabilirsiniz :) #15yearschallenge #challenge #cancer #değişim #kanser #lenfoma #nonhodgkinlenfoma #doktor #medicaldoctor #istanbulüniversitesi #tıpfakültesi #onkoloji #kemoterapi #çapatıpfakültesi #oncologia #tbt #throwback #kanserdeğilbizgüçlüyüz #kanserhastalarınadestek #kanserdeğilsengüçlüsün #kanserlemücadele #çoksev #lösev #azim #inanç #motivasyon
Kerem Çolakoğlu (@dr.keremcolakoglu)'in paylaştığı bir gönderi ()

Şişkinlik sandı miyom çıktı

Eti bile simsiyah

Sadece Samsun’da yetişiyor

Sosyal medya fenomeni kedi Yeşim öldü

Viewing all 32767 articles
Browse latest View live